GİRİŞ
Bu eserle Hazreti Musa, Hazreti Harun ve Hazreti Yûşa’nm hayat hikâyeleri tamamlanmış oluyor. Cenabı Allah bundan sonrakileri tamamlamayı nasip buyursun. Amin!
Kitapta İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışlarından ve Kızıldeniz’i geçişlerinden sonra, vaat edilen topraklara yerleşmelerine kadar cereyan eden hadiselerin hepsi var.
Israiloğulları Tih Çölü’nde kırk yıl sürünmüşlerdir. Bu esnada Hazreti Musa ile Hazreti Harun vefat etmişlerdir. Tevrat’ın nazil olması tamamlanmış, korunması için gerekenlere teslim edilmiştir.
Sonra Hazreti Yûşa idareyi ve peygamberliği eline almış, Filistin’e kuzeyden, Eriha’dan girmiş, orasını yurt yapmıştır İsrailoğulları’na. Yani Hazreti Allah’ın vaadi gerçekleşmiştir.
Nihayet Hazreti Yûşa da yirmi sekiz senelik peygamberlik vazifesinden sonra ayrılmıştır cennetine. Sonra mı? Sonrası elbette hikâye edilecektir ve acı da olsa ibretlerle doludur.
Yüce Allah, hayatları Mısır’da kölelik içinde geçen ve zulüm altında inim inim inleyen bir kavmi kurtarmıştı. Onlardan yalnız kendisine kulluk istiyordu canı gönülden. Karşılığında hem dünyalarını hem ahiretlerini cennet edecekti.
Bunlar, o kavim, İsrailoğulları’ydı. Yani bir zamanlar adları İbrani olanlar. Sonra Hazreti Yakub’un ululuğuna sarınıp İsrailoğlu adını alanlar. Bununla da yetinmeyip, Musa (as)’ı nice nice üzüntülere soktukları halde, kendilerine baş yapıp ‘Musevî’ adını alanlar. İlerde de bütün bu isimleri bir tarafa bırakıp ‘Yahudi’ olacak olanlar.
Bu kavim, Hazreti Musa’nın daha Mısır’dayken pek çok mucizelerini görmüştü. Kızıldeniz aşıldıktan sonra da gördüler. Korkaklıkları, canlarının tatlı gelmesi, İlâhi emri yapmalarına mani oldu. Kırk yıl Tih Çölü’nde sürünmekle cezalandırıldılar.
Buna rağmen Allah (cc), onlar sıcaktan korunsunlar diye daima üzerlerini ince bir bulutla örttü. Kayalardan sular fışkırttı. Et ihtiyacı için bıldırcın yağdırdı.
Ekmek yerine Kudret helvası lütfetti. Ama onlar bunlara önem vermediler. Enseleri kalındı. Keçi inadındaydılar. Firavun gibi, illâ da Yüce Allah’ı görmeyi istiyorlardı.
Bu inatlarından dolayı ölüp tekrar dirildikleri halde, direndiler. Hazreti Musa, Harun (as) ve Yûşa (as)’a etmedik-lerini bırakmadılar.
Halbuki akıllıydılar. Menfaatleri söz konusu olunca, her şeyi inceden inceye düşünmeyi, hesaplamayı biliyorlardı. İsteseler, Hazreti Allah’ı görmeden, derhal onun her an var olduğunu bulurlar, görürlerdi.
Esasen Hazreti Allah, idrak dışıydı. Kimse öğrenmezdi. Görmek için kavramak gerekirdi. Nitekim Hazreti Musa da yanamamış, O’nu görmeyi dilemişti sevgisinin fazlalığından. Hazreti Allah, oradaki bir dağa az bir tecellisiyle dağ parçalanmıştı. Hazreti Musa bayılmış ve tövbe etmişti.
İsrailoğulları düşünmeliydiler şunları:
1.Elbet birisi vardı ki, sayıları son derece kalabalık olan İsrailoğulları’nı sıcaktan örtecek o büyüklükte bir bulut gezdiriyordu hepsinin üzerinde.
2.Muntazaman bıldırcın ve kudret helvası ile besliyordu. Bunları aramıyorlardı İsrailoğulları. Önlerine geliyordu.
3.Susuz yerlerde Hazreti Musa ile Hazreti Harun’lar asalarıyla kayalara vuruyorlar ve sular fışkırıyordu.
4.Tevrat, Tur Dağı’na inerken dağ ateş alıyordu.
5.Hattâ Musa (as) her peygamber gibi, peygamberlikle müjdeleninceye kadar ümmi olduğu halde, dağdan inişinde Tevrat’ın yazılı iki levhasını getirmişti.
Daha ne isteyeceklerdi? Bunlar bile olmasa, akıl ve vicdan sahibi her insan, dilediği anda Hazreti Allah’ın varlığına ve birliğine inanacak nice nice imkânlara kavuşurdu.
İşte bir kaç örnek:
Bir ev düşünelim. İçi boşken birden dolduğunu görünce neye hükmederiz? Birisi gelmiş, onu yerleştirmiştir. Bir sofra düşünelim. Üzerinde hiç bir şey yokken, ansızın yemeklerle dolarsa, demek birisi var, bunu görünmeden yapmıştır, yaptırmıştır.
Misâller, küçükten büyüğe doğru çoğaltılabilir. Nihayet kâinata ulaşılır. Hattâ mâna âlemine girilir. En ufak bir eser için, onu yapan kudret ve kuvvet gerekirken, şu kâinatı ibda eden, yaratan nasıl -Hâşâ- olmaz?
Nedendir? İsrailoğulları çok şeyler kaybettiler, ediyorlar ve edecekler de. Tabiî insanlığa da kıydılar. Hazreti Musa
Tevrat’la ilk defa bir ahir zaman peygamberinin geleceğini, adıyla müjdelemişti.
Ona zuhurunda koşuşmak değiller miydi? Aksine en büyük kötülükleri yaptılar. Lanete uğradılar. Esasen Tevrat’ı da safiyetle korumamışlardı.
Her idareyi eline alan, onu arzusuna göre değiştirmiş, nihayet şimdiki tarih ve hükümleri yanlış, müstehcen, yüz kızartıcı Tevrat vücut bulmuştu. Biz Müslümanız. Elbette dört kitaba iman edeceğiz. Lâkin nazil oluş saflığındaki hallerine. Tevrat, Zebur, İncil nazil oldu. Sonra ziyan edildiler. Sadece işareti dahi korunan ancak Kur’ân kaldı.
Kitapta, Karun adlı birisi var. Yüce Allah Kur’an’da ondan uzun uzun buyurmuştur. Alabildiğine servet sahibi olanlara ne ibretli bir derstir! Hayatı, yalnız zengin olma, şımar¬ma, emretme, çalım satma, gurur sahnesi sayanlar, akıbetlerini bu adamda görebilirler.
O en bilgindi. Madeni altın yapardı. Hâzinelerinin anahtarlarını kırktan fazla katır taşıyamazdı. Lâkin içten gelen kulluk olmadıktan, bu para ve ilim hayra harcanmadıktan, zekât vermekten çekindikten sonra neye yarardı bunlar!
İlim, su yüzüne yazılmış gibi dağılıverirdi. Servet taşlaşırdı. Nitekim öyle oldu. Karun, övündüğü her şeyiyle bera-ber, yerin yedi kat dibine, cehennemine gömüldü. O, aynı zamanda yalancıydı. Kıskançtı. Engin ihtiras sahibiydi.
İsrailoğulları’nı, maddeye sürükleyip, kendisine kul etmek istiyordu Allah yerine... Bir de yine Karun’a benzer, pek ibretlenecek ikinci bir adam var. Bel‘am. Bâûrâ oğlu Bel‘am.
Bu adam da bilgiliydi, alimdi. Ayrıca duaları daima da dünya malına itibar etti. Hazreti Allah’ın lütfunu kötü¬ye kullandı. Çünkü dualar daima hayra hizmet etmelidirler, şerre değil.
Bekam, bir avuç servet uğruna, onu kışkırtanlar tarafın-dan Hazreti Musa’ya beddua etmekten, iftirada bulunmaktan, çekinmedi. Yüce Allah onun dilini ağzından dışarıya sarkıttı. Soluya soluya dolaşmaya mahkûm etti.
Bundan ibret almadı Bekam. Sapkınlara kaçtı. Onların vaat ettikleri servetlere imrendi. Hazreti Yûşa’nm ordusuna beddua etmeye söz verdi. Lâkin dili dolaştı, sapkınlara yaptı bedduayı. Ve yine o dili, göbeğine kadar uzadı.
Soluya soluya sürünmesi arttı. İlk görünüşte, Bekam’ın başına gelenler basit sanılır. Hayır. O, lanete uğramış Yahudilerin örneğinin ta kendisidir.
Yüce Allah onlara az mı lütuflarda bulunmuştu! Bunları hep şerde kullandılar. Üç bin yıldan beri her biri birer Bâûrâ oğlu Bekam’dırlar. Yeryüzünde dilleri, yani fitne ve fesatları göbeklerine kadar sarka sarka, avare avare dolaşmakta ve solumaktadırlar.
Yahudilere şu emir verilmişti ve tatbik etmektedirler hâlâ: “İnsanlar, Yahudilerin binilecek eşekleridir, onlardan dilediğiniz gibi faydalanın.” Yahudiler bu emre hep uydular. Yeryüzüne dağıldılar, süründüler ama madde dünyasını ellerinde tutarak, insanlara o hayvan muamelesini yaptılar. Öyle bir gözle baktılar.
Hayvanlaşarak, Allah’a yapılacak kulluğun iffetini yırt-maya çalıştılar. Şimdiki Allahsızlar, putperestler, bozulan semavî dinler, hep bunların namus hırsızlıklarının eserleridir.
Hazreti İbrahim, Hazreti Yakub, Hazreti İshak, Hazreti İsmail, Hazreti Yusuf, Hazreti Musa, Hazreti Yûşa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Zekeriya, Hazreti Yahya
ve bilinmeyen bütün peygamberleri onlarla başa çıkamadı. O temiz mübarek soyun çocukları Bâûrâ oğlu Bel‘am olmayı seçtiler, menfaatleri varsanarak. Yüce Allah, Mısır’dan çıkan İsrailoğulları’nı boşuna kırkyıl Tih Sahrası’nda süründürmedi. Maksadı eski, yaşlı sap-
kınları yok etmekti. Gençleri, yirmi yaşından küçükleri, vaat edilen topraklara yerleştirmekti yalnız. Niçindi bu? Bize yine pek önemli bir ibret sahnesi hazırlamıştı. Analar babalar, büyükler ne yaparlarsa çocuklar onları
kaparlar ve aynı yoldan giderlerdi de ondan. İsrailoğulları’nın gençleri, çölde yeni doğanları, Mısır hayatı yaşamamışlardı ama çölde nice nice sapkınlıklar öğrendiler atalarından. Büyüyünce aynısını yaptılar. O halde, “Ağaç yaşken eğilir” sözüne uyularak, gelecek
için imanlı, şerefli, çalışkan bir nesil yetiştirilmek isteniyorsa, ilkokuldan itibaren bütün okullarda ve evlerde, şehirlerde,
kıtalarda, büyükler öyle bir hayatı yaşamalıdırlar. Ancak o zaman ağaç doğrulur. Hazreti Hızır’ın duvarı doğrulttuğu gibi. Aksi halde, ağaç eğrilir, duvar yıkılır,İslâmiyet nuru yeryüzüne beklenen aydınlığı veremez. Şükür
ki, bu olmayacak. Öyle bir insan soyu yetişiyor ki, her biri geleceğin sabahları, İslâmiyet muradının bahçıvanıdırlar. Ağaç elif elif doğrusuna yükselip serpilecek. Gölgesi nur olacak. Duvar yıkılmayacak. Hepsi olacak bunların.
Çünkü Yüce Allah vaat etmiştir mü’minlere. Ve O ne büyüktür. Tek kuvvet, tek kudrettir.
Ahmet Cemil AKINCI
İÇİNDEKİLER
Peygamberler Tarihi Serisini Sunarken 7
Giriş 11
HZ. YÛŞA
Giriş 11
Hz. Yûşa (as)’m Biyografisi 17
Hz. Yûşa (as)’a İhsan Buyrulan Vasıflar Şunlardır: 19
Hz. Yûşa (as) Kur’ân-ı Kerîm’de Zikrolunduğu Yerler 21
Yılan Dili Gibi 23
Nankörlük ve Sapkınlığın Türlüsü 40
Böğüren Altın Buzağı 59
Göç Hazırlığı 74
Nankörlüğe Devam 88
Karun’un Hâzineleri 103
Nöbetin Devir ve Teslimi 120
Dilini Sarkıtıp Soluyanlar 136
Kabrinin Değişmesini Dileyen Peygamber 147
Hz. Davud (as)’ın Hal Tercümesi (Kısa Biyografisi) 173
Hz. Davud (as)’a İhsan Buyrulan Vasıflar Şunlardır: 177
Hz. Davud (as)’ın Kur’ân-ı Kerim’de Zikrolunduğu Yerler 179
Korku ve Ecel Teri 181
Yalancı Pişmanlıklar 198
Kıskançlık Ateşleri 215
Hırsın Kamçısı 233
Kullardaki Eşitlik 251
Bir Yedi Yıl Daha 268
Uykuyu Unutanlar 285
Bir Hikmet Vardı Elbet Yara Yara Üstüne 319
Faydalanılan Eserler 335