Tükendi
Gelince Haber VerErzurumlu İbrahim Hakkı nın Marifetname Kitabının Tanıtım ve Satış Sayfasıdır.
1310 Tarihli Matbaa-i Amire baskısından tasarrufsuz, eksiksiz ve ilavesiz tam metin
Ahmet Davutoğlu
2014
TÜRKÇE
968
Ciltli
İBRAHİM HAKKI HZ. VE MARİFETNÂME
Hasankale halkından Dursun Mehmed oğlu Molla Bekir oğlu Derviş Efendi’nin oğlu olan İbrahim Hakkı Hz.’leri Hicrî 1115, Milâdî 18 Mayıs 1703 yılında Erzurum’un kazası Hasankale’de, dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) soyundan gelen annesi Hasankale’nin Kındığı Köyü’nden Dede Mahmud’un kızı Şerife Hanife Hamm’dır. Doğumunu Marifetnâme’de (3/1118) şöyle anlatır:
"Malum olsun ki, Derviş Efendi merhum umurunda miitehayyir ve mağmum kalmıştır; ve tarih-i hicret binyüzonbeşinci seneye baliğ olmuştur. Pes ol muharremin ihtida cuma gecesi tedbir-i umur için sıdk ile istihare kılmıştır ve rüyasında terk-i dünya taleb-i Mevlâ ile memur olmuştur. Ve uyandıkta seyahate koyulmak ve mürşid-i kâmil bulmak arzusuyla dolmuştur. Ve ol sabah, yevm-i cuma zuhra saatinde tulû-u şems ile beraber onun bir oğlu dünyaya gelmiştir. İsmi ve resmi İbrahim Hakkı olmuştur. Can ve cismi aşk ve şevk ile dolmuştur. Küdûrat-ı cis-maniyeden ve âfât-ı rûhaniyeden inayet-i Hakk ile selâmet bulmuştur.
Hicretin tarihi binyüzonbeş oldu ol bahar Kale-i ahsende İbrahim Hakkı doğdu zâr,
İhtiyarı ilim idi ta sal binyüz kırka dek.
Aşka düştü ârif oldu vecdü hali kıldı kâr,
Sal binbeşyüzyetmiş oldu sinn-i
Hakkı ellibeş Kendi kârı bar-ü varı ihtiyarı kıldı yâr."
İlk derslerini babası Osman Efendi’den alan İbrahim Hakkı Hz. bu arada mahalli hocalardan ve Erzurum’da baba dostu olan Sarı Gümrükçü Derviş Efendi’den de dersler aldı. Yedi yaşında annesini kaybetti. Babası Derviş Osman Efendi kendi babası Molla Bekir'in, Azak seferine gidişinde Kefe’de vadesi ile vefat edişi üzerine ruhu sarsılmış, eskiden sahih olduğu hilim ahlâkı kötü ahlâka dönüşmüş, bundan da büyük eleme giriftar olmuştur. Bu hallerinden kurtulmak için bir mürşid-i kâmil aramaya koyuldu. Bunun için Erzurum’a giti. Daha önceden tanışık olduğu Gümrükçü Derviş Efendi kendisini oğluna üstad kabul etmek istemişse de Derviş Osman bunu kabul etmeyip Ha- bib Efendiye giderek ondan tasavvuf ilmini öğrenmiştir. Habib Efendi, Derviş Osman’ı Mehdi Mahallesinde yaptırdığı camiye imam olarak almıştır. Keder ve gam ateşiyle kavrulan Derviş Osman Efendi, o sırada Erzurum Lâlâ Paşa Camii’ne gelen Özbekli vaiz ile görüşmüş, derdim ona anlatmış, hatta onunla birlikte gitmek istemişse de Özbekli vaizin: "Ey mü’min kardeş! Biz seni kabul ederdik. Lâkin bizden önce seni sultanımız almıştır, sana müjde ki, senin bir büyük sahibin vardır ki, o en kâmil mürşid kırmızı kükürt gibidir. Altı seneden beri onun sana iştiyakı mukarrerdir. İki seneye kadar karşılaşmanız müyesserdir." sözlerini bir müjde kabul etmiş; bunun üzerine, kâmil mürşidini aramak üzere yol arkadaşı Şeyh Eyyub Efendi ile (1716) Bitlis tarafına gitmişlerdir. O sırada hanımı Hanife Hatun vefat ettiğinden, oğlu İbrahim’i kardeşlerine bırakmıştır. Bitlis’de ve Müküs’de birer hafta kalıp Eyyub Efendi’nin şeyhi Molla Mehmed Arvasî’nin kabrini ziyaret ettikten sonra, hac niyetiyle Siirt e doğru Kâbe yoluna koyuldular. Hizan’dan Siirt’e varan kervan halkından Siirt’in Tillo (Aydınlar) Köyü’nde Şeyh İsmail adında zatın ismini işitirler ve onu ziyarete giderler. İsmail Fakirullah ile görüşen Derviş Osı aradığı mürşid-i kâmilin bu zat olduğunu ilk anda anlayamamış; fakat, orada kal< gam ve kederinin zaman zaman hafiflediğini hissetmiş, daha sonra, aşkından yanı mürşidin bu zat olduğunu bilmiş ve onun yanında kalmıştır. İbrahim Hakkı Hz. de kuz yaşında iken amcası Ali ile babasının bulunduğu Tillo’ya gelmiş ve İsmail Fal lah Hz. ile karşılaşmış, babası ile birlikte O’nun yanında on yıl kalmıştır. Kalışl onuncu yılında babası Derviş Osman (1719) vefat edince Şeyh Fakirullah hazretle] hizmetini İbrahim Hakkı Hz. üstlenmiştir. Fakirullah Hz.nin yanında kaldığı süı şeyhinin manevi eğitiminden geçen İbrahim Hakkı Hz. mürebbisinin mürşid nasil lerinin bir kısmını Marifetnâme’sinde derlemiştir.
"Molla İbrahim; her şey Allah’tandır, her şey Allah’adır. Molla, her şey Allah ile her Allah için Molla her şey Allah’ın kudretiyle, her şey Allah’ın işi. Molla, Allah’ı seven Kur okumayı sever. Molla Kur’ân okumak insan ruhunun gıdasıdır. Molla Fatiha okumak, bedici ve defedicidir. Molla Allah’ı seven Kur’ân’ın içindekilerle amel eder. Molla İbr; Allah’ı seven Habibine uyar. Molla, Allah’ın Habibini seven O’nun sünnetiyle amel edf Molla İbrahim, susmak beliğ bir hikmet ve güzel bir haslettir. Molla, dilin susı kalbin susması için, kalbin susması Rabbin marifeti için sebeptir...
Molla İbrahim; zikrin en faziletlisi ‘Lâilahe illallah’dır. İsmi tekrar, muhabbe! laha götürür. Yalnız Allah’ı zikredeni, Allah da zikreder ve sever. Molla, Allah’ı zil menin hakikati emn ve emandır...
Molla; ilim, öğrenmekle; hilim kalbi hilme zorlamakladır. Kalb sultandır. Tahtı tı hid, tacı ilimdir. İlim ona yüce mertebe, hilim büyük atıyyedir..."
Talebesi İbrahim Hakkı Hz.’ni bu nasihatleriyle eğiten Şeyh Fakirullah I lazrei 80 yaşında H. 1147- M. 1734 yılında Şevval ayının yarısından sonra bir cuma g< Cenab-ı Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
İslâmî ilimleri ve tasavvufu Fakirullah Hz.inden tahsil eden İbrahim Hakkı Hz. 1719 1735 yılları arasında iki defa Tillo’dan Erzurum’a gelmiş, ilk gelişinde 9 yıl Erzurum! kalmıştır. 1738’de İstanbul’a, oradan Hicaz’a gitti. Dönüşünde bir müddet Mısır’4 kaldı. 1745 ve 1754’de İstanbul’a, 1763 ve 1767’de olmak üzere iki defa daha Hicaz’a gitti İstanbul’da bulunduğu sırada 1. Sultan Mahmud’un izniyle Kütübhane-i Hümâyûnda« istifade etti. 1754-1764 yıllarını Erzurum’da geçirdi. Küçük yaştan beri hayatını ilim öf renmekle geçiren İbrahim Hakkı Hz. 1764’den itibaren ölünceye kadar (1780) Fakiı lah Hz.nin tekkesinde kaldı. Kabri şeyhinin ayakucunda bulunmaktadır.
Mutasavvıf, mütefekkir, içtimaiyatçı, ruhiyatçı, felekiyat âlimi, müceddit, fen adı ve kelâmcı olan müellif aynı zamanda şâirdir. Eserlerinde matematik, anatomi, metri, astronomi, coğrafya, tıp, âdâb-ı muaşeret, tedris usulü gibi çok yönlü koni işleyen İbrahim Hakkı Hz. dünyanın yuvarlaklığından, evkat-ı cima ve ittihad-u ahi eşkâl-i evlad’a kadar birçok meseleyi ele almıştır. Eserlerinin bütünündeki sonuç, yucusuna kâmil insan olma yolunu öğretmektir.
İlk beş ana eserinden; "Divan", "Marifetnâme", "İrfâniye", "İnsaniye ve Mecmal Maanî"yi Erzurum’da kaldığı sürede tamamladı. Diğer eserleri de "Tlıhfetul-Ki-ram" (1; "Nuhbetul-Kelâm" (1768), "Meşarikul-Yûh" (1771), "Sefînetu’r-Rûh" (1773), "Kenzul-Fül (1774), "Definetu’r-Rûn" (1775), "Rûhu’ş-Şurûh" (1776), "ÜlfetüTEn’am" (1776), "UrvetuTİslâm" (1777) ve "Hey etüTİslâm"dır (1777). Bunlardan başka eser sayısını kırka kadar çıkaranlar olmuştur. "Menâzü-i Kamer", "İhtiyarü’l-Kamer", "Kurranâme", "Tertibul-Ulûm" (1752), "Rub’ûl- Müceyyeb", "Mahzenul-Esrâr", "Lübbü’l-Kütüb" (1741), "Mürşid-i Müteehhüîn", "Mecmua-i Mekâlib", "Tecvid", "Müntehebât-ı Manzume", "Vuslatnâme", "Şükümâme", "İkbalnâme", "İstihrac-ı Âmâm-i Felekiyye", "Ad’iye-i Me’sûre", "Manzûme-i Avamil", "Lübbül-Lübb" ve "Sirru’s-Sırr" gibi irili ufaklı eserler de İbrahim Hakkı Hz.’nin kaleminden çıkmış eserlerdir.
İbrahim Hakkı Hz.ni, döneminde ve günümüzde, şöhretinin doruğuna çıkaran eseri, in- tisab ettiği Nakşî şeyhi -Kadiri olduğu da söyleniyor- Fakirullah Hz.’nden aldığı, tasavvufî eğitim ile ulaştığı marifetullah mertebesini halka tanıtmak için kaleme aldığı "Mârifetnâme"sidir. Bu eseri kaleme alışının sebebini, kitabının başında, hadsiz hamd ve sayısız şükürde bulunduktan sonra oğlu Ahmed Naimî’ye ithaf ederek şu satırlarla ifade etmektedir:
"Allah seni her iki cihanda aziz etsin. Öncelikle malûm olsun ki, Hak Teâlâ iki cihanı insanoğulları için ve insanoğullarmı da ancak kendisini tanımaları için yarattığını cümleye duyurmuştur. Nitekim lütuf ve keremiyle: ‘Ben gizli bir hâzineydim, bilinmeyi sevdim ve beni tanımaları için varlıkları yarattım’ buyurmuştur. Şu halde âlemin ve insanın yaratılmasından nihaî maksat ve yüce istek; Mevlâ’nın bilinmesidir. Bu ebedî devlet ve tükenmez saadet, her şeyden öncedir. Ancak bu, nefsini bilmeğe bağlı olup, nefsini bilmek de bedeni bilmeye dayanır. Bedenin bilinmesi âlemin bilinmesiyle olur. Âlemin bilinmesi ise hakiki ilimlerledir. Bu sebepten dolayı bir miktar anatomi ve felsefeden alıp toplayarak, bir miktar astronomi ilminden devşirip seçerek, bir miktar da kalb ilmi ve irfanından iklibas edip ele alarak, bu güzel kitabı, Türk diline tercüme edip bir mukaddime, üç kitap ve bir hatime üzere te’lif ve tasnif ettim."
İbrahim Hakkı Hz.nin 1765 yılında tamamladığı bu eserin ihtiva ettiği konular Allah'ı tanıma yollanyla ilgili olarak, Allah’ın varlığına ve varlığını isbat eden âyet-i kerîmelere, tasavvufun hallerine, yaratıcısı Allah olan kâinatta akıl yoluyla tesbit edilen müsbet ilimlerden astronomi, yerbilimleri, fizik, biyoloji, matematik, tıp, tedris usulü, karakteroloji, fizyoloji gibi, düşünüldüğü zaman insanı Allah’ın varlığına ve kudretinin sonsuzluğuna götüren konulardır. Bu arada özellikle tasavvufî konulara temas ederken, konuyu manzûmelerle süslemeyi ihmal etmemiş ve gök bilimleri ile ilgili birçok geometrik çizimler göstermiştir.
Ansiklopedik bir eser olan Marifetnâme, 1835-1836’da Mısır’da Bulak baskısı, 1845’de Rusya’da Kazan Üniversitesi baskısı, 1863’de Mısır’da Bulak II. baskısı. 1867’de İstanbul’da Matbaa-i Âmire baskısı, 1877’de İstanbul’da Hacı Muharrem Efendi baskısı, Şirket-i Sahafıye-i Osmaniye tarafından Matbaa-i Amire’nin 11. baskısı, 1814 ve 1912’de Ahmet Kâmil matbaasında yapılan iki ayrı basımı olarak okurların istifadesine sunulmuştur.
Elimizdekinden başka eserin sadeleştirilmiş iki ayrı baskısı daha mevcuttur.
İbrahim Hakkı Hz. bu eserin te’lifinde birçok kitaplardan faydalanmıştır. Bunlardan en önemlileri:
Seyyid Şerif Cürcanî’nin "Târifât’i, Gazalî’nin "İhya" ve "Tehafiitü'1-Felasife’’si, İbn Sina'nın "Şifâsı, Fahreddin-i Râzi’nin eserleri, Mes’ûdî’nin "Mürûcu’z-Zeheb"i, Nasiruddin-Tûsî’nin birkaç eseri, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin eserleri, Hâkim Sinaî’nin "Hadika-i Şerife"si, amca "Mesnevi" ve "San Abdullah Şerhi", Kâtip Çelebi’nin "Cihannüma" ve "Keşfü’z-Zünûn an Esmai’l-Kütüb-i veTFünûn"unun, Evliya Çelebi’nin "Seyahatnâme"sidir. Aynca, İbrahim
Hakkı Hz.nin; Şamlı Ebû Bekir’in "Kitab-ı Atlas Majör Tercümesi"nin ve Kopernik'in "Gi neş Merkezliği" teorisinin bizde öğrenilmesinde önemli bir etkisi olduğu ifade edilmektedir Osmanlı son döneminden kalan bazı kimseler ile Cumhuriyet dönemi müsbet ilim çilerimizde dine karşı olmak, dini, müsbet ilimlerin tekâmülünde engel görmek gene hastalık haline gelmiştir. Batı’nm, köhnemiş düşüncelerden kurtulmayı akıl edemedikleri ve genel olarak Batı toplumunun, yaşadıkları çağın çok gerilerinde kaldığı# nemlerde Tillo, Hasankale, Erzurum ve (sadece iki sefer gidilmiş olan) İstanbul dörtgeni arasında, 17. asırda fikir, tasavvuf, şiir, anatomi, fizyoloji, astronomi, karakteroloji klimatoloji, ruh bilimi sahalarında medrese tahsili ve tasavvuf eğitimi almış İbrahin Hakkı Hz.’nin yetişmiş olması; müsbet ilimcilerimiz tarafından, dinî kökenli bir kimse olduğu için hayretle karşılanmış, kendilerince zıt gibi görülen müsbet ilim ve dini, bu şahsın ancak dinin dogmatik hükümlerini aşarak, laik bir kafaya sahip olduğu için ulaşabildiği hükmüne varmışlardır. Böylece dine karşı soğuk bakışlarını, aynı zamane bir din âlimi olan İbrahim Hakkı Hz.’ni laik göstererek sürdürmüşlerdir. Oysa dini hükümlerini koyan ile akılcıların "tabiat kanunu" dedikleri kâinatı Kur’ân’ın enbü; müfessiri zamandır. Din de, kâinat sırlarının ve varoluş hikmetlerinin zaman i akıl ile keşfedilmesine karşı çıkmak bir tarafa, aksine aklın kullanılmasını, bu yolla es-j rarın çözülmesini ve eserden müessire varan mantıkla kâinat yaratıcısının marifeti emretmektedirler. "Umulur ki akıl edersiniz", "Umulur ki tefekkür edersiniz" ikazl rıyla son bulan âyetler, dileriz ki "akılcı" geçinenlerin de akıl ve kâinatı yaratan Allan: ve O’nun mükemmel dinine kavuşmalarına sebep olur. Neticede din ile müsbet ilimli rin birbiriyle çatışmadığı, aksine aynı İlâhî kaynaktan beslendiği gerçeğini yakalar!
İbrahim Hakkı Hz., Marifetnâme’sinde (syf: 27-28) Hikmet Ehli’nin görüşlerini naklederek "Evrim Teorisi"ne yer vermiştir. Bu satırları gören müsbet ilimciler, İbrahim Hakkı Hz.’nin, Darvin’den de önce evrimci olduğunu ileri sürerler. Bununla iç dünyalarında sanın topraktan yaratıldığını ifade eden dinin bu tarihi bildirisine karşı gelişlerine, müslüman bir bilginden destek buldukları gerekçesiyle sevinirler. Ancak evrim teorisini getiren satırların aşağısında yer alan şu satırları ne hikmetse görmezlikten gelirler: "İlâhî nûr ve sonsuz feyiz, birlik mertebesinden akıllar üzerine, oradan nefisler üzerine, oradan gökler üzerine taşıp iner. İşte bu iniş ‘mebde’ (başlangıç) ve kavs-i niizfl olarak adlandırılır. Sonra bu nûr, topraktan madenlere, oradan bitkilere, oradan ha) vanlara, oradan da insan-ı kâmil’e ve hatta Allah’a kadar yükselir. Böylece bir dairevi tamamlayarak ilk çıktığı noktaya gelir. Başlangıç noktasından çıkarak çeşitli evrimlerden sonra dairevî bir hareketle yeniden çıkış noktasına gelen bu İlâhî nûrdur. Bu oluşa "mead" (son), bu çıkışa da kavs-i rücû denir...."
Burada vurgulanan evrim; Darvvin’in, insanın atasının maymun olduğunu ileri sürdüğü türden bir evrim değildir.
Marifetnâme’yi ve İbrahim Hakkı Hz.’ni en iyi tanıma yolunu, şüphesiz! Marifetnâme’yi okuyunca bileceğiz.
Çelik Yayınevi olarak, Durali Yılmaz ve Hüsnü Kılıç tarafından sadeleştirilmiş olan bu "Marifetnâme"yi okurlarımıza kazandırmamızı bize lütfeden Allah’a hamdolsun, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.
ÇELİK YAYINEVİ