Tükendi
Gelince Haber VerHz. Ali Efendimizin Hayatını Konu Alan Kitaptır
İslam’a daha çocuk yaşta giren ve dört Raşit Halife’nin so-nuncusu olarak Hz. Peygamberin bütün hayatına şahitlik ettiği gibi kendinden önceki üç raşit halifenin de yanı başında yer alan Hz. Ali’nin hayatı aslında tam bir asr-ı saadet tarihidir. İnsanlık tarihindeki büyük nurlanmaya daha başından tanıklık eden gözleri, hayatının sonlarına doğru fitne dönemini de görmek zorunda kalmış ve o hayattayken aralanmış olan fitne kapısı, irtihaliyle açılmış ve yokluğunda nifak rüzgarları daha bir hızlı esmeye başlamıştır.
Ahmet Cemil Akıncı’nın dört halife serisi içinde sunduğu-muz elinizdeki eseri, Hz. Ali’nin hayatı serüvenini ve onun büyüklüğünü bizlere son derece akıcı ve duygulu bir tonda sunuyor. Yayınevimiz bu güzel eseri yazarın diğer eserlerinde olduğu gibi uzman tarihçi ve ilahiyatçıların titiz inceleme ve kontrolüyle sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
Yayınlanmakta olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Os-man eserleri ile birlikte dini edebiyatımız dört Raşit halifenin hayatı ile ilgili eşsiz bir seri kazanmış oluyor.
Selam ve sevgilerimizle...
ÖNSÖZ
Hz. Allah’ın (cc) yarattığı her mahluk bir vazifeyle görev-lendirilmiştir. Gizli veya aşikâr bunu yapmaya mecburdur. Yani çalışacaktır. Çalışmazsa Allah’ın rızasını alamaz. Fakat çalışmasındaki netice Allah’ın takdirine bağlıdır. Zafer de he-zimet de O’nun dileğiyle olur. Kul ancak bir vasıtadır.
Peki, bizim için başarıyı nasıl buyuracak? Ne yapmalıyız ki, Hz. Allah’ın (cc) rızasını alabilelim? Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyuruyor: "Allah’ı kullarına sevdiriniz ki, Allah da sizi sevsin."
Bu mübarek emirden daha büyük, yolumuzu aydınlatan bir nur düşünülebilir mi? Hz. Allah’ı (cc) kullara nasıl sevdire- biliriz? Şüphesiz düşüncelerimizde ve amellerimizde, insanlığı inanç medeniyetine götürücü hayırlı kurtuluşunu daima göz önünde bulundurmakla olur bu.
Demek, ben de bir kul olarak ilhamımla vasıta kılınmışım. Hz. Allah (cc) razı gelmiş. Bana Hz. Ali (kv) eserimi de tamam-lamayı kısmet buyurmuş, sonuçta Hulefâ-i Râşidîn olarak ta-nıdığımız çehâr yâr-i güzîn, dört halifeyi anlatan eserler ta-mamlanmıştır. Kısacası, insanların inanç medeniyetine koşuş-malarını sağlayacak olan bu eserler, Hz. Allah’ı (cc) sevmede hizmet görecek âmiller arasına katıldılar.
Hz. Allah’a (cc) deryalar dolusu sunulacak teşbih ve tenzih, bilmem şükranlarımdan bir zerresini bile karşılayacak kudrette midir?
Eskiden beri huzursuzdum. Vatanımızda nüfus artıyor, bir nesil diğerine yerini bırakıyordu. Bunâ paralel olarak, her çağ-da olduğu gibi, bu çağda da, dil değişmişti. Yüzde yüzü müslüman olan kardeşlerimizin, evlatlarımızın, inanç gıdalarını eski ve bilmedikleri bir dille vermek mümkün değildi.1
Onlara tanıtılacak, kurtuluş yollarında sağlam adımlarla yü-rümelerini temin edecek nice nice mübarek zatların örnek hayatları vardı. Bilhassa ilk dört halifenin. O dört halife ki, isimleri Hz. Allah (cc) ve Hz. Muhammed Mustafa (sav) huzu-runda, camilerimizi, mescitlerimizi süslüyor. Orada ve kalple-rimizde en haşmetli, eşsiz murat yeşilliğimizdiler. Gölgelerine sığınmıştık.
Onları bugünün diliyle, kalemiyle, her yönlerini işleyerek tanıtmak gerekliydi. Huzursuzluğum bundandı. Zaman zaman, dayanamıyor, kaleme sarılarak kağıtlara eğiliyordum.
Hemen aklıma Sevgili Peygamberimizin hadislerinden bazı-ları geliyordu: "Bir iş yapmak istediğinde (o işin) netice ve akıbetini (bütün çarelere başvurarak) inceden inceye düşün. Eğer bundan sonra o işi hayırlı görürsen yap, hayırlı görmez-sen bırak."
Ben de tekrar düşündüm. Kaleme sarıldım. Bu sefer başka bir hadîs-i şerif kalbimi ılıtarak, beni durduruyordu: "Bir işi yapmak istediğin zaman teennî ile hareket etmen gereklidir. Allah sana bir kurtuluş yolu ve çaresi gösterinceye kadar."
Nihayet, iki yıl önce bu kurtuluş yolu ve çaresi gösterilmiş olacaktı ki, kuvvet ve kudretimi kazandım. Kalem elimden artık düşmedi. Yazdı, yazdı...
Bu kitap Hz. Ali’nin altmış üç yıllık hayatının, doğumundan şehit edilişine kadar geçen ömrünün hikâyesidir. Diğerlerinde
[1]Yazarın burada kastettiği dil Osmanlıcadır. Türkçede İslam tarihini ro-man üslubuyla anlatan ilk ve en büyük külliyat yazara aittir. (Ed.)
olduğu gibi, bu uğurda didiklemediğim eser kalmadı. İstiyor-dum ki, dışta durup, her cephesiyle onu anlatma saadetine ereyim.
Çünkü insandık. Zevklerimiz, sevgilerimiz, ilgilendiğimiz şeyler ayrı ayrıydı. Öyle yaratılmıştık. Normaldi bu. Toplu saygı ve hayranlığımız yanında, sevgimiz ayrılabiliyordu. Bir çiçek bahçesine girince her birimizin başka başka istikametlere koşuşmamız bundandı.
Dört halife de öyleydi. Müslümanlar, cümlesine minnettar bulunduğu halde, hilkatleri icabı, birini daha çok seveceklerdi.
İslâmiyet onlara çok şey borçludur. Dördünün Hz. Mu- hammed (sav) çevresinde kenetlenip, engin bir sadâkat ve feragatle çalışmaları, öyle bir çağda az şey midir? Onlar ve diğer sahabeler, bir kere geldiler, örnek olup geçtiler. Benzer-lerine rastlandı mı?
İnanmak için mucize aramaya lüzum yok. Gece ve gündüz, Hz. Muhammed’in huzurlarıyla şereflenen onlar, demek Allah (cc) ile elçisinin bağlantısını gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyorlardı. İnançları tamdı. Hiçbir zaman sarsılmamış, aksine artmıştı.
Hepsi daha sonra ehl-i sünnet olarak anılacak yolun ilk temsilcileriydiler. Yani Sevgili Peygamberimizin yolundan, amelinden, izinden gidenler. Sünnetleriyle yaşayanlar ve in-sanlığı yaşatmak isteyenler.
Hz. Ebû Bekir (ra) de öyleydi, Hz. Ömer (ra) de. Hz. Os-man (ra) da öyleydi, Hz. Ali (kv) de. O halde hiçbirisi ayırt e- dilmeksizin, ehl-i sünnetin kılavuzlarıydılar. Böylece Hz. Al-lah’ın tam rızasını almış ve kendilerini sevdirmişlerdi. Neticede İlâhî hüküm, daha hayatlarında onlara tebliğ edilmiş, cennete girecekleri müjdelenmişti.
Tarih ve içini dolduran hâdiseler ancak sebeplerdir. Baha-nelerdir. Onlara eğilerek, eşeleyerek biz âciz kullar hüküm veremeyiz. Haddimiz değildir, kudretimiz dışıdır.
Hz. Ali (kv) eserimde bir özellik daha var. On kaaarı müs-tesna, eser bizzat kendisinin, her biri hikmet, ibret dolu şiirle-riyle bezenmiştir yer yer.
Hz. Ali’nin altmış üç yıllık hayatını dört safhaya ayırmak mümkündür:
1.Babası Ebû Tâlib yanında geçen çocukluk safhası (6-8 yıl)
2.Hz. Muhammed (sav) yanında geçen şerefli safha (25 yıl)
3.Kendisinden önceki üç halife devri (25 yıl).
4.Bizzat kendisinin halifelik safhası (5 yıl).
Ne bahtiyardı ki o, putperestlik devrinde asla puta tapma- mıştı. Daha çocukken, aklını kullanmış ve çocuklardan ilk müslüman olmuştu. Bundan dolayı değil midir ki kendisini, "kerremallahu vecheh" diye anıyoruz.
Hz. Muhammed (sav)’den her türlü ahlâk, terbiye, ilim ve din terbiyesini almıştı. Hz. Hatice (ra), ona hassasiyetini, engin insanlık sevgisini vermişti.
Hz. Ali (kv), pek güzeldi. Mümtaz yaratılmıştı. Nazil olan âyetleri ilk öğrenendi. Kuvvetli bir şair ve hatipti. Hitabete başlayınca donmuş kalpleri harekete geçirirdi. İnsan ve insan-lığın üzerine titrerdi. Fakat İslâm söz konusu olunca pençesin-den kimse kurtulamazdı. Düsturu; "Önce barış, sonra savaş" idi. Yüzü aşkın harbe girmiş, gazalarda teke tek vuruşmalarda bulunmuştu. Hiç birisinde ne bileği bükülebilmiş, ne Zülfikâr’ı düşürülmüştü. Ne büyük iman aşkıydı ondaki! Hayber gaza-sında kalelerin demir kapılarını pençesiyle sökmüş, kopanp atmıştı!
Tasavvufu (ilm-i ledün’ü) sahabelerle birlikte peygambe-rinden tahsil buyurmuştu. İlâhî aşk ve muhabbet, bunlardan doğan neşe kendisinde gelişmişti. Tasavvuf, Hz. Ali’de zirvesi-ne ulaşmıştı.
Hz. Muhammed’in (sav) yanında kaldığı süre içerisinde so-nuna kadar sevgili peygamberi ondan razı ve hoşnut olmuştu.
Ebû Bekir, Ömer ve Osman da kendisinden razı idi. Hepsinin devrinde asla kendilerinden kopmamış, daha büyük bir gay-retle yanlannda çalışmıştı.
Halifeler çağının şeyhülislâmıydı. Evliyalar evliyâsıydı. İ- mamların başıydı. Çözülemeyen meseleler ancak onun hük-müyle karara bağlanırdı.
Kısacası, bedeni, silahı, aklı, kalbi hep İslâmiyet, hep pey-gamberinin sünnetini korumak için çalışmıştı. İnsanlığın kurtu-luşu buna muhtaçtı, bağlıydı.
Şefkat, merhamet, ihlâs ondaydı. Dünya için, nefsi için ça-lışmayı asla aklına getirmemişti. Zayıf yaratılmış nefsini ezmiş, madde hayranlığından kurtulmuştu. Çağında her türlü siyasî tazyikleri ve âlet edilmek istendiği ihtirasları ezip geçmişti. Ka-pılmamış, kaptırmamıştı.
Böylesine birbirine dost, ülkü arkadaşı olan dört halife, muhakkak ki, Hz. Allah’ın (cc) insanlara ihsan buyurduğu birlik ve beraberlikten doğacak ebedî saadetin tâ kendileriydi-ler.
Anlayabildiler mi o devrin insanlan ve sonrakiler? Şimdi anlayabiliyor muyuz?
Ne acıdır ki buna tümüyle müspet cevap vermek zordur. Çünkü daha asr-ı saadette başka Yahudiler olmak üzere bazı mihraklar her zaman olduğu gibi, sinsi yeraltı faaliyetlerine, fitne ve fesatlarına başlamışlardı. Hem İslâm’ın nurunu sön-dürmek, hem peygamberi ebedî şerefinden etmek, hem asha-bı ululuklarından düşürmek ve hem de bilhassa dört halifeyi siyasî hayatta karşı karşıya getirerek müslümanların devletini yıkmak istediler.
Hz. Muhammed’i (sav) zehirlemeye kalkışmaları, Hz. Ebû Bekir’in (ra) öyle bir harekete feda ediliş rivayeti, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın (ra) şehit olmaları onlann eseriydi. Hz. Ali’nin (kv) ilk halife olma hakkının yendiği, peygamber, hatta (hâşâ)
ilâh olduğu, gelecek Mesih diye ilan edilmesi, Hz. Osman’ın (ra) katline karıştırılması ve hiç değilse katilleri himâye ettiği iddiaları yine onların ektikleri zehirlerdi.
Hz. Ali (kv) bütün bunları görmüş, işitmişti. Hele kendisin-de ülûhiyet vehmedenlere hışmını yağdırmıştı.
Hilâfeti başlangıcında Muâviye ile çatışması, o birbirini ko-valayan hadiseler, Hâricîlerin çıkması, Sebeîler mezhebinin kurulması hep tarihe mal olmuş, orda kalacak olaylardır.
Hz. Ali (kv) ile Muâviye ihtilâfı, gerçekte, Hz. Osman’ın (ra) kâtilleri hakkında tatbik edilecek hükmün, hemen veya tedri-cen uygulanması konusundaki görüş ayrılığından başka bir şey değildi.
O çağların insanları sahneden çekildiler. Hadiseler de gitti. Fakat onları izleyen devirler, insanların tutumu meydandadır. Artarak sürdü tefrika, bölünme devam etti. Kan akıtıldı derya-lar dolusunca. İntikam, kin sürdürüldü.
Muhakkak ki buna en başta Hz. Ali (kv) üzülmüştü. Hâlâ da üzülmektedir. Aciz insan, iddiaların hiçbirisini karara bağla-yacak kudrette olmadığına göre, artık her şey Hz. Allah’ın (cc) kudret ve hesap istemesine kalmıştır. En büyük, mutlak âdil, hâkim, iyiyi fenadan, doğruyu yanlıştan günü gelince hemen ayırt edecektir.
O halde bize ne oluyor?
Müslümanlar, bilhassa şimdi birbirlerine kenetlenme ve iş-birliği yapma mecburiyetindedirler. Çocuklarımıza doğar doğ-maz fısıldadığımız kinleri, Allah’a havale edilmiş davaları bir kenara bırakmalıyız. Madem ki müslümanız, peygamberimizin izinden yürürken, izden dışarıya çıkmamalıyız.
Hâlâ, yine dış tahriklerle, farkında olmadan, bölünmeye mahkûm edilmek isteniyoruz. Neden? Çünkü keşif ve icatlar neticesinde dünya pek küçüldü. İnsan, saniye içinde birbirin-den haberdar oluyor.
Bu yüzyılın hızlı gittim sanan maddecisi, nihayet çırılçıplak olduğunun farkına vardı. Üşüyor titriyor. Çıplaklığı, hastalığı, inançsızlığından, ona soyunduğundan gelmektedir. Kendine telkin edilen bozuk dinî, bâtıl itikatlar derdine derman olamı-yor.
Hz. Ali (kv) okunup bitirildiği zaman, diğer halife devirleri, İslâmiyet’in intişârı da hatırlanacak olursa, dünyanın bu anda-ki çırpınışında ne kadar büyük bir vazifeyle karşı karşıya bu-lunduğumuzu anlarız.
Birleşmekten, kaynaşmaktan, kin ve intikam duygularından nefislerimizi kurtarmaktan çekinirsek, geç kalacağız. Müslüman olduğumuz halde, mukadder insanlık kurtuluşunda, hidâyete erişinde vazife alamamak, seyirci kalmak, şerefinden hisse alamamak acı olmayacak mı?
Ne yüzle huzuru İlâhîye çıkacağız?
İşte âhiret, son, asıl ev orada. Müslüman olduğumuz için görüyoruz. Bırakıldığımız dünya tarlasından bir adım atsak varacağız. O kadar yakın. Vazifelendirildiğimiz tarlada işlerimiz var; öylesine çalışacağız ki, son eve dönmemiz emredildiği zaman, tarladan yüklendiğimiz kazancımız ancak ve ancak hayır yüklü bulunmalı. Kullukla dolu olmalı amel yükümüz. Bunlar bize vaat edilen cennetlerin anahtarları olacaklardır.
Hz. Ali (kv) eserimin işte böyle, insanlığın tam kurtulmayı dilediği anda, cümlesine hayırlı olmasını Hz. Allah’tan (cc) niyaz ederim.