Ürün İçeriğidir;
Sunuş
Hz. Ömer İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Müslüman olmadan önceki hayatında toplumda lider ve ger-çeği arayan bir kişi iken, oldukça çarpıcı olayların sonucunda müslüman olmuş ve onun İslam’ı seçmesi Müslümanlığın yük-selişini ateşlemiştir. Daha sonraki hayatında Hz. Peygamber’in sürekli yanı başında bulunan ve karşılaşılan her meseleyi aş-mak için görüşlerini belirten Hz. Ömer özellikle Halife olunca yaptığı idari, hukuki ve siyasi düzenlemeler ile İslam tarihine damgasını vurmuştur. Bizans ve İran’a karşı kazanılan büyük zaferlerle akıl almaz askeri başarılar sergilemiş, Mısır, Ürdün, Suriye, İrak ve İran gibi ülkeleri fethetmiş ve fethettiği yerlerin halkı tarafından saygıyla karşılanmıştır.
Ahmet Cemil Akıncı’nın elinizdeki eseri, Hz. Ömer’in (ra.) hayatını eşsiz bir üslupla anlatan, bir nefeste okuma arzusuyla sizi heyecanla soluk soluğa bırakacak bir klasiktir. Hz. Ömer’in dolu dolu geçen hayatı, Akıncı’nın onu yansıtmaktaki başarısı ile birleşince çok az kitapta bu yoğunlukta hissedilebilecek manevi hazlar, okuyucunun her satırda devşireceği olgun meyvelere dönüşmüştür.
Ahmet Cemil Akıncı’nın en güzel eserlerinden biri olan bu kitabı yayınevimiz bu baskısında yazarın diğer serilerinde ol-duğu gibi uzman yazar ve ilahiyatçıların titiz inceleme ve kont-rolüyle sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
Bu kitapla birlikte, yayınlanmakta olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Hz. Ali eserleri ile birlikte dört büyük halifenin ha-yatı tamamlanmış olacaktır. Bu eseri merhum yazarın ilk bas-kıya yazdığı önsöz ile sunuyoruz.
Selam ve sevgilerimizle...
Rahmet müjdecisi Hz. Muhammed, halîlürrahman Hz. İb-rahim, sabır çağlayanı Hz. Eyyûb, Hz. Hatice ve Hz. Ebû Be-kir’den sonra, şu anda elinizde bulunan Hz. Ömer hakkındaki kitabı yazmayı da Yüce Allah bana nasip buyurdu. Hâlen Hz. Osman, Hz. Ali ve Allah’ın kılıcı Hâlid b. Velid üzerinde çalış-maktayım. Önümüzdeki yıl sonuna kadar bu eserlerin de ta-mamlanacağına güvenim var. Bu güveni ancak Allah’ımın engin desteğinden almaktayım. Ona şükranlarım sınırsızdır.
Bu kitap okunup bitirildiği zaman görülecektir ki, Hz. Ömer (r.a), Hz. Allah tarafından insan üstü vasıflarla yaratılmıştır. Kendisinden ancak peygamberler üstün olmuştur. Esasen bu hükmü, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v): "Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu." veya: "Ben size gönderilmemiş olsam, Ömer size gönderilirdi" hadisleriyle perçinlemiştir.
Bu bir hakikattir. Çünkü: Hz. Ömer (r.a) bileği bükülmez, sırtı yere getirilmez bir bedene sahipti. Bunu kendisi geliştir-miştir. O, yiğitti, kahramandı. Kırk yaşına kadar çağının im-kansızlıkları dolayısıyla, hiçbir devlet işinde çalışmamıştı. Bu konuda herhangi bir tecrübe görmemiş, ders almamıştı. Fakat halife olur olmaz, bu ağır yükü herkesten daha iyi taşımasını bildi. Sanki bu görev onun elbisesiydi. Giydi ve yakıştırdı.
On yıllık halifeliği, dehâsından fışkıran inkılaplar ile dolup taştı. O, gelmiş, geçmiş ve gelecek kumandanlara örnekti. Ka-zanmadığı savaş olmadı. İran, Bizans ve Mısır’dan Medine’ye gelen haberciler daima aynı sözü tekrarladılar: Zafer! Zafer!.. Ve böylece devrin en büyük devletleri yeryüzünden silindi.
İslâm orduları Toroslar’ı aştı, Asya’nın, Afrika’nın kalbine da-yandı. Hiç şüphe yoktur ki bir kölenin o zalim hançeri olma-saydı, Hz. Ömer (r.a) yeryüzüne en parlak ve gururlu havasını verecekti.
Hz. Ömer (r.a), kumandanlık dehasıyla, askerlikte ve askerî teşkilâtlanmada çığır açmıştır. Orduyu kısımlara bölen, üni-forma giydiren, kumanda zincirini kuran odur. İkmâl işlerini düzenlemeyi ihmal etmemiştir. Stratejiyi ve taktiği benimse-miş, yenilemiştir. Ordu donatım teşkilâtını meydana getirmiş-tir. Sıhhî işler üzerine eğilmiştir. Bölükler halinde ilk hemşire teşkilâtı onun eseridir. Bu teşkilatı Kâdisiye Savaşı’nda kul-lanmıştır. Savaşlar nerede olursa olsun, ordunun dizginlerini elinde bulundurmuş, başkumandan olduğunu unutmamıştır.
O, hükümetin iç işlerinde, maliye, adalet, bayındırlık ve hâ-riciyesinde yeni sistemler kullanmıştır. Bugün bile bu sistemleri uygulayan milletlerin sayısı çok değildir. Şehirler kurmuş, ka-nallar açmıştır. Yaşasaydı Süveyş kanalı daha o tarihte, onun devrinde açılacaktı. Baraj ve yollara verdiği önem sınırsızdır.
Önsözde bütün bunları anlatmak yeniden kitap yazmak demektir. Bilhassa hürriyet, adalet, eşitlik ve ahlâk kuralları Roma hukukunu gölgelemiştir. İlk nüfus sayımı yapan odur. Eğitim üzerine eğilmiş, sayısız okullar açmıştır. Vakıf sistemini tesis etmiştir. Memurlarına maaş tahsisinde bulunmuştur.
Her hükümdar veya devlet başkanı, bilhassa tarihte ün yapmış olanlar, işlerinde vezirler kullanmışlardı. Böyle olduğu halde, Hz. Ömer (r.a), ile mukayese edilince aralarında tepe ile dağ farkı bulunur.
O, okur yazardı. İbranice bilirdi. Tevrat’ı, incelemişti. Güzel sanatlara hayrandı. Şiirden anlardı. Sever, teşvik ederdi. Ça-lışmayı, ilerlemeyi isterdi. Bilhassa insan sevgisi sınırsızdı. San-ki parolası: İnsan için daha iyi bir yuva, daha güzel bir vatan, daha şenlik bir dünyaydı.
Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen, anlayan, emirlerini uygulayan o idi. Devrin hukukçuları ve din bilginleri sıkışınca kendisinden feyiz alırlardı. Esasen fıkıh ve hadis ilmine katkısı büyüktü. Peygamberine engin sevgi ve hürmetinden, Kur’an’a Yüce Allah’a saygısından, hadisler üzerinde endişelenmişti. Uyduru-lacaklardan korkmuş, rivayetleri kaidelere bağlamıştı.
O, en çok tekrar putlara dönüleceğinden çekinirdi. Tedbiri bu yolda alırdı. Hatıra da olsa, ifrata kaçan bağlılıkları önlü-yordu. O çağda, İslâmiyet’in ilk yıllarında buna elbette mec-burdu.
Kalbi ve gönlü engin merhamet ve şefkatle dolu olduğu halde insanın geleceği söz konusu olunca hislerini uyutur, elleri aslan pençesi kesilerek kötülere uzanırdı. Parçalardı. Hiç bir taviz vermezdi. İçki içen oğlunu kendi elleriyle cezalandır-ması insan geleceği sevgisinden doğan örnekti.
Hangi hükümdar vardı veya olacaktı ki, dünya nimetlerin-den en büyük payı almasın. Zevk ve safa sürmesin. Bunu kendisine hak tanımasın? Böyle bir hayata sırt çeviren yalnız Hz. Ömer (r.a) idi. Önüne yığılan hâzinelere dudak büküp geçti. Sadelikten ayrılmadı. Halktan kopmadı. Onlar gibi ya-şadı. Çölleri yaya aştığı, kuma uzanıp taşı yastık, semâyı yor-gan yaptığı çok oldu. Dul ve yetimlerin, biçarelerin sularını taşıdı. Pazardan ihtiyaçlarını gördü. Cepheden gelen mektup-ları kapı kapı dolaşarak asker ailelerine bizzat dağıttı ve cevap-larını eşiklere oturarak yazdı. Bulunduğu yükseklikten böylesi- ne indiği halde, şan, şeref ve heybetinden hiç bir şey kaybet-medi. Aksine büyüdü, yükseldi.
ve mdash; il-işte bu eser böyle bir insanın, Hz. Ömer’in (r.a) hayat hika-yesidir. Hepimiz biliriz kitap arkadaştır, öğretmendir. Eseri yazarken bunu asla hatırdan çıkarmadım.
Bana birkaç dost, alınan kaynakları yeri geldikçe belirtme-mi, ya da sonuna eklememi söylediler. Kaygıları, bu sayfalar-da geçen bilgilerin doğruluğunu okuyucuya perçinlemekti. Elbette haklıydılar. Ancak, bunda ve diğer eserlerimde elim bir türlü böyle yapmaya gitmedi. Çünkü kitabın öğretmenlik, ar-kadaşlık vasfını kaybedeceğinden çekindim.
Çağımızın öğretim sistemi bir mekanizma kurmuştur. Tak-rirden ziyade, konferanstan çok, hikaye, gösteri, film, televiz-yon, tatbikat ile kesin sonuç alınabileceği kararındadır. Ben de romanı seçtim. Şüphesiz romanda hayal de vardır. Gerçek roman yazmak çok zordu. Hele okuyucuyu gerçekliğine inan-dırmak!
Hepimiz yaşamışızdır. Dershanede duvarlarda bulunan ko-nu dışı levhalar, yazılar, ders sırasında bizi kendilerine çok çekmiş, oyalamışlardır. Bu suretle dersten, öğretmenden kop- muşuzdur. Hatta öğretmenin kravatının eğriliğine gözümüz takılmıştır.
Kitap da böyledir. O da bir öğretmen olduğuna göre, ken-disinde ve dershanesinde yabancılar bulunmamalıdır. Beni, sayfalara ekler yazmaktan bu gaye alıkoymuştur. Hatta sayfa-ların tırnaklanmaması için kendi şiirlerimi bile feda ettim.
Kitap sonuna bir kaynak fihristi yapmak mümkündü. Beni bundan alıkoyan şahsî endişe oldu. İslâm tarihinin ün yapmış kaynakları esasen bellidir. Bunları yazmak maksadı tamamla-maz. Diğerlerini yazarken belki unuttuklarım olacaktı. Çünkü bu yaşa kadar okuduklarımdan aklımda kalanlardan birisini ihmal günahtı. Çekindim. Meraklılar isim yapmış kaynaklara eğilirler.
Beni buna götüren üçüncü ve önemli bir sebep daha var. Belki okunduğu zaman ilk anda bir hayal kabul edilecektir. Ben, inanç taşıyan insanların artık yalanı unutmalarını arzulu-yorum. Allah'ın, Kur’an’la yasakladığı ve her kötülüğün başı olan yalan, eskiden hemen hemen yok gibiydi. Yine o günleri hazırlamalıyız. Gelecek yüzyıllardaki evlâtlarımız "Yalan" ke-limesini lügatte görünce şaşırmaklar ve manasını sormalılar. Öylesine insandan uzaklaşmalıdır yalan. Bu nasıl olur? Söz ve yazılarımızda yalan kullanmama çığırını açmakla başlanabilir buna.
Eserlerimde yalan, uydurma bir şey yazmadım. İnanılırsa elbette arzulanılan maksada erişilir. Şüphesiz bilmeyerek hata-lar, yanlışlar olmuştur. Fakat bunlar asla yalan demek değildir. Kitaplarda olanlara inanmak, yalanla yapılacak savaş için baş-lıca silahtır. Ben belki pek iyimserim. Fakat eserlerimde, kay-nak vermeyerek bu maksada hizmeti düşündüm. Sanırım be-nim yolumda olan pek çok inanç sahibi vardır. Kuvvet ve des-teğimi onlardan almaktayım.
Hz. Ömer (r.a) isimli eserim, bütün bir insanlığa hayırlı ve uğurlu olsun!
HZ. ÖMER
SUNUŞ 5
İLK BASKININ ÖNSÖZÜ 7
INURDAN GÖZÜ KAMAŞANLAR 13
IIBEKLENEN ÜMİT KAYNAĞI 37
IIIKİME NİYET, KİME KISMET 61
IVYILLARDAN SONRA
VKALPLERDE YATAN İNSAN 117
VIVAZİFE AŞKININ BAHARINDA 145
VIIÇİLEKEŞ TOPRAĞIN GURURU 169
VIIIZAFER MÜJDECİSİ SANCAKLAR 193
IXKARTALLAŞAN İNSAN KUDRETİ 219
XASYA’NIN KALBİNE DOĞRU 243
XIİNKILAPLAR YARIŞI 267
XIITAŞLANAN KUMANDANLAR 289
XIIIH ve Acirc;ZİNEYİ ISLATAN GÖZYAŞLARI 311
XIVBİR KADERDEN BİR KADERE 333
XVHALKTAN KOPMADIKÇA 355
XVIATEŞTEN BİR DAĞ YERİNE 379
XVIIHANÇERLERİN EN TALİHSİZİ 403
XVIIIYARIN AĞLAYACAĞIZ 425