Kur-an Nedir ?
Mahzen-i mu'cizat ve mu'cize-i kübrâyı Ahmediye (a.s.m.) olan Kur'ân-ı Hakîm-i Mu'cizü'l-Beyan;
Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,
ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi,
ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,
ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hâzinelerinin keşşâfı,
ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftahı,
ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,
ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan ve âlem-i gayb cihetinden geleniltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hâzinesi,
ve şu İslâmiyet âlem-i mânevisinin güneşi, temeli, hendesesi,
ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası,
ve zat ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kâtıı, tercüman-ı sâtıı,
ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi ve insaniyet-i kübra olan Islâmiyetin mâ veziyâsı,
ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi,
ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,
ve insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve dâvet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir,hem insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammuneden tek, câmi bir kitâb-ı mukaddes,
hem bütün evliya ve sıddîkînin ve urefa ve muhakkiki nin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebitenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitâb-ı semavîdir.
Kur'ân, Arş-ı ve Acirc;zamdan, İsm-i ve Acirc;zamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On ikinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi,
Kur'ân,bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır.
Hem bütün mevcudatın ilâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır.
Hem bütün semavât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır.
Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.
Hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir.
Hem ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır.
Hem İsm-i ve Acirc;zamin muhîtinden nüzul ile Arş-ı ve Acirc;zamin bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.
Ve şu sırdandır ki, Kelâmullah ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur'ân'a verilmiş ve daima da veriliyor.
Kur'ân'dan sonra, sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsizkelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi, has bir itibarla, cüzî bir ünvan ile, hususîbir tecellî il e, cüzî bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşerve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.
Kur'ân, asırları muhtelif bütün enbiyanın kitaplarını ve meşrepleri muhtelif bütünevliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmalen tazammun eden ve cihât-ı sittesi parlak ve evham ve şübehatın zulümatından musaffâ; ve nokta-i istinadı, bilyakîn vahy-i semavî ve kelâm-ı ezelî; ve hedefi ve gayesi bilmüşahede saadet-i ebediye; içi bilbedahe hâlis hidayet; üstü bizzarure envar-ı iman; altı biilmelyakîn delil ve burhan; sağı bittecrübe teslim-i kalb ve vicdan; solu biaynelyakîn teshir-i akıl ve iz'an; meyvesi bihakkalyakînrahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân; maka ve not;mı ve revacı, bi'l-hadsi's-sadık makbul-ü melek ve ins ve cân bir kitab-ı semavîdir.
Belâğatın en revaçlı olduğu bir anda, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsâ aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı isâ aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mucizelerinin mühimmi o cinsten geldi, işte, o vakit, bülega-yı Arabi, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti
"Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin." (Bakara Sûresi, 2:23) fermanıyla onlara meydan okuyor. (Said Nursî)
Vahyin Geliş Şekilleri
Kur'anî Kerim Allah'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e yolladığı vahiylerin toplamıdır. Vahyin geliş şekilleri hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de açık bilgiler yoktur. Vahyin geliş şekilleriyle ilgili bilgileri Muhammed (s.a.v)'in hadislerinden ve sahabelerin şahadetlerinden öğreniyoruz. Vahyin geliş şekilleriyle ilgili şöyle bir sıralama yapılabilir:
1.Vahyin ilk şekli Rasulallah (s.a.v)'in uykuda iken gördüğü sadık rüyalardır. Bu rüyalarda "sadık rüya" (Rüya-yı Sadıka) adı da verilmektedir. Peygamber (s.a.v)'in gördüğü bu rü ve not;yalar daha sonraları kendisine zahir olurdu. Hz. Aişe, "Pey ve not;gamber, hiç bir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi apaçık zuhur etmesin" (Buhari, Bedü'l-Vahy, 1; Müslim, iman 252) diyerek bu rüyalara ışık tutmaktadır.
2.Rasulallah (s.a.v)'in uyanık halde iken vahiy meleğinin onun gönlüne vahyi ilka etmesidir. Vahyin bu şekli şu hadis-i şerifte bildirilmektedir:
"Ruhuî-Kudüs kalbime, 'Hiç bir nefis rızkını tüketmeden ölmeyecektir.' diye üfledi. 0 halde Allah'tan korkun ve rızkınızı meşru yoldan arayınız." (Münziri, et-Tergib ve't-terhib, 4/12)
Ruhu'l-Kudüs, Cebrail'dir. Cebrail(as)'in göründüğü hakkında bir delil yoktur. Hadisten de, meleğin görünmeden vahyi ilka ettiği anlaşılmaktadır.
3.Cebrail (as), bir delikanlı veya bir insan şekline bürünerek Peygamber (s.a.v)'e vahiy getirmiştir. Cebrail'in bu yolla ashabtan Dıhıye'nin suretine bürünerek vahiy getirdiğini bir çok sahabî nakletmektedir. Vahyin en kolay ve en meşakkatsiz şekli budur. (Neseî, iman, 6)
4.Meleğin görünmeden Peygamber (s.a.v)'e vahiy getirmesidir. Peygamberimiz çan sesine benzeyen bir ses duyardı. Vahyin en ağır şekli budur. Vahyin bu şekli tehdit ve vaad ihtiva eden âyetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatıyor:
Bazen çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır." (Buhârî, Bed’ü'l-Vahy, 1/2; Müslim, Fedâil, 87) Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (s.a.v) titrer, terler ve rahatsız olurdu. Ibn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Rasulallah (s.a.v)'in âyetleri zabtetmekte zorluk çektiği, dudaklarını kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah, Peygamberine "Vahyi çabucak alması için dilini kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatini sabit kılmak bize aittir. Öyle ise sana Kur'ân okununca sen onun kıraatına uy." (Kıyame, 76/16-18) .yarısında bulunmuştur. Bu âyetin nâzil olmasından sonra Rasulallah (asm) Cebrail (as)'i dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.
5.Meleğin asli sûretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (s.a.v)'e getirmesi ve okumasıdır. (Buhari, Kitabu't- "efsir, 53; Müslim, iman, 280-287) Cebrail (as), bu şekliyle iki az vahiy getirmiştir. Birincisi nübüvvetin başlangıcında olmuştur. Peygamber (s.a.v) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise Miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak,
Andolsun ki onun diğer bir defa da Sidretü'l-Münteha'nın .anında gördü." (Necm, 53/12) âyeti zikredilebilir.
6.Resûlullah (s.a.v)'in uyanık halde iken Allah Teâlâ ile kokmasıdır. Böyle bir konuşmada arada hiç bir vasıta yoktur, ‘.amazın farz oluşu bu yolladır, (bk. Müslim, iman, 279) Vahyin bu yoluyla ilgili olarak aşağıdaki âyeti zikredilebilir:
Allah Musa ya da hitab ile konuştu." (Nisa, 4/164).
7.Cebrail'in Peygamber (s.a.v)'e uyku halinde iken vahy getirmesidir. Kevser Sûresi'nin bu şekilde nâzil olduğu rivayet edilmiştir. Vahy-i MetlüvVahyi Gayrı Metlüv (Okunan vahiy ve okunmayan vahiy) Hz. Peygamber (asm)'in yukarı Delirtilen vahy şekillerinden almış bulunduğu vahiylerden serisi âyetler, bir kısmı ise kudsî hadisler ve hadis-i şekerdir. Necm sûresi 4. âyette: "O, kendi arzusu ile söylemez. o (söylediği), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka şey değildir." buyurulmuştur. Mıkdam b. Ma'dî-Kerib'in ve raquo;âyetine göre Hz. Peygamber (asm) de:
Bana Kur'ân ve onunla beraber O'nun gibisi verildi. Şunu . biliniz ki, Allah Resûlü'nün haram kıldığı da Allah'ın haram
0 ğı gibidir..." (el-Hadis ve'l Muhaddisûn,12; Kurtubî, Tefsir, 75) ..urmuştur, Bu âyet ve hadisi delil kabul eden bazı İslâm m eri, Hz. Peygamber (asm)'in hadisleri hakkında ictihad Eomasının caiz olmadığını ve sünnetin de Allah tarafından oa olunmuş vahiy gibi düşünülmesi gerektiğini ileri sürs erdir. Ancak mezhepler tarihi incelendiği zaman görülür Peygamber (asm) kendisine sorulan sorularâ vahy ile, < sa kendi re'yi ile ictihâd ederek fetva verirdi, içtihadında olursa Allah onun hatasını vahy yoluyla düzeltirdi. Nitekim Bedir savaşında ele geçirilen esirler hakkındaki Peygam ve not;ber ictihâdı, Enfâl sûresi 67, 70 âyetleri ile tashih edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Peygamber (asm)'in içtihadı hatalı olabilir (bk. Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, 21). Kudsî hadisler ve hadis-i şerifler vahy ve ilham yoluyla Peygamber (asm)'in söylediği sözler ve şeriatın ikinci kaynağı ise de, âyetler derecesinde değildirler.
Kur'ân, hadisi kudsî ve hadisin tarif ve vasıfları, okunan vahy ile okunmayan vahyin ne olduğunu ortaya koymaktadır: Kur'ân, Cebrail (a.s) vasıtasıyla Arapça lafız ve hak manalar da Hz. Peygamber (asm)'e vahy edilen, O'nun Allah'ın Resûlü olduğuna delil ve insanların hidayeti ile doğru yolu bulmaları için bir düstur, okunması ile ibadet edilerek Allah'a yakınlık kazanılan, mushaflarda yazılı, Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile sona ermiş, tevatür yoluyla kitap olarak bize kadar intikal etmiş ve Allah'ın koruması ile en ufak bir değişikli ve not;ğe uğratılmaksızın nesilden nesile okunarak intikal edecek, beşerin bir benzerini meydana getirmekten aciz bulunduğu İlâhî kelamdır.
Vahyin Özellikleri
a)Peygamber (s.a.v)'e uyanıkken Cebrail vasıtasıyla veya uykuda ve diğer vahy yollarıyla inzâl edilmiştir.
b)Lafız ve manaları Allah tarafındandır,
c)Lafzı Arapçadır,
d)Gerek namazda, gerekse namaz dışında okunarak ibadet edilir,
e)Şekil ve manası Allah tarafından konmuştur,
f)Abdestsiz ve guslü gerektiren bir halde bulunan kimsenin Ona dokunması haramdır,
g)Boy abdest alması gereken kimse O'nu okuyamaz,
h)Her harfini (ibadet kasdıyla) okumanın on sevabı vardıra, ı) Belli kısımlarına âyet ve sûre adı verilir,
j)Mushafta yazılıdır,
k)Fâtiha suresi ile başlayıp, Nâs suresi ile sona ermiştir,
l)Zamanınıza kadar kitap halinde tevatür yoluyla gelmiştir,
m)Nesilden nesile intikalinden, her türlü değiştirilmeden Allah'ın koruması ile korunmuştur,
n)Beşer, bir benzerini meydana getirmede acizdir,
o)Lafzı olmaksızın yalnız manasıyla nakli (rivayeti) caiz değildir.
Kur'ân bu özellikleriyle, vahyi metulvü (okunan vahyi) meydana getirmektedir. Kurbet niyetiyle namaz ve namaz dışında okunmakla ibadet edilir. Diğer vahy mahsulü olan kudsî hadis ve hadislerle namazda okunarak ibadet edilmez. Ancak namaz dışında ilim ve teberrüken okunabilir.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyin inişi esnasında, bizim bildiğimiz alemden başka bir aleme geçiyor; adeta bizim alemimize kapanıyordu... Bu alemden ayrılıyor, bir başka buuda giriyordu. Bu meselede hususi donanıma sahip olmakla beraber vahyin ağırlığını çok ciddi hissediyor; o alemle irtibatın manevi baskısını yaşıyor; vahyi almadaki zorluğu duyuyordu.
Buhari ve Müslim Aişe (ra)'den rivayet ederler. O demiştir ki:
"Haris bin Hişâm Peygamber Efendimiz'e: "Sana vahiy nasıl
3.Cebrail (as), bir delikanlı veya bir insan şekline bürünerek Peygamber (s.a.v)'e vahiy getirmiştir. Cebrail'in bu yolla as- habtan Dıhıye'nin suretine bürünerek vahiy getirdiğini bir çok sahabî nakletmektedir. Vahyin en kolay ve en meşakkatsiz şekli budur. (Neseî, iman, 6)
4.Meleğin görünmeden Peygamber (s.a.v)'e vahiy getirmesidir. Peygamberimiz çan sesine benzeyen bir ses duyardı. Vahyin en ağır şekli budur. Vahyin bu şekli tehdit ve vaad ihtiva eden âyetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatıyor:
"Bazen çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır." (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, 1/2; Müslim, Fedâil, 87) Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (s.a.v) titrer, terler ve rahatsız olurdu. Ibn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Rasulallah (s.a.v)'in âyetleri zabtetmekte zorluk çektiği, dudaklarını kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah, Peygamberine "Vahyi çabucak alması için dilini kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatini sabit kılmak bize aittir. Öyle ise sana Kur'ân okununca sen onun kıraatına uy." (Kıyame, 76/16-18) uyarısında bulunmuştur. Bu âyetin nâzil olmasından sonra Rasulallah (asm) Cebrail (as)'i dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.
5.Meleğin asli sûretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (s.a.v)'e getirmesi ve okumasıdır. (Buhari, Kitabu't- Tefsir, 53; Müslim, iman, 280-287) Cebrail (as), bu şekliyle iki kez vahiy getirmiştir. Birincisi nübüvvetin başlangıcında olmuştur. Peygamber (s.a.v) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise Miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak,
"Andolsun ki onun diğer bir defa da Sidretü'l-Münteha'nın yanında gördü." (Necm, 53/12) âyeti zikredilebilir.
6.Resûlullah (s.a.v)'in uyanık halde iken Allah Teâlâ ile ko ve not;nuşmasıdır. Böyle bir konuşmada arada hiç bir vasıta yoktur. Namazın farz oluşu bu yolladır, (bk. Müslim, iman, 279) Vahyin bu yoluyla ilgili olarak aşağıdaki âyeti zikredilebilir:
"Allah Musa ya da hitab ile konuştu." (Nisa, 4/164).
7.Cebrail'in Peygamber (s.a.v)'e uyku halinde iken vahy getirmesidir. Kevser Sûresi'nin bu şekilde nâzil olduğu riva ve not;yet edilmiştir. Vahy-i MetlüvVahyi Gayrı Metlüv (Okunan vahiy ve okunmayan vahiy) Hz. Peygamber (asm)'in yukarıda belirtilen vahy şekillerinden almış bulunduğu vahiylerden ekserisi âyetler, bir kısmı ise kudsî hadisler ve hadis-i şeriflerdir. Necm sûresi 4. âyette: "O, kendi arzusu ile söylemez, o (söylediği), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir." buyurulmuştur. Mıkdam b. Ma'dî-Kerib'in rivâyetine göre Hz. Peygamber (asm) de:
"Bana Kur'ân ve onunla beraber O'nun gibisi verildi. Şunu iyi biliniz ki, Allah Resûlü'nün haram kıldığı da Allah'ın haram kıldığı gibidir..." (el-Hadis ve'l Muhaddisûn,12; Kurtubî, Tefsîr, 75) buyurmuştur. Bu âyet ve hadisi delil kabul eden bazı İslâm alimleri, Hz. Peygamber (asm)'in hadisleri hakkında ictihad yapmasının caiz olmadığını ve sünnetin de Allah tarafından inzal olunmuş vahiy gibi düşünülmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak mezhepler tarihi incelendiği zaman görülür ki, Hz. Peygamber (asm) kendisine sorulan sorularâ vahy ile, yoksa kendi re'yi ile ictihâd ederek fetva verirdi, içtihadında hata olursa Allah onun hatasını vahy yoluyla düzeltirdi. Nitekim Bedir savaşında ele geçirilen esirler hakkındaki Peygamber ictihâdı, Enfâl sûresi 67, 70 âyetleri ile tashih edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Peygamber (asm)'in içtihadı hatalı olabilir (bk. Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, 21). Kudsî hadisler ve hadis-i şerifler vahy ve ilham yoluyla Peygamber (asm)'in söylediği sözler ve şeriatın ikinci kaynağı ise de, âyetler derecesinde değildirler.
Kur'ân, hadisi kudsî ve hadisin tarif ve vasıfları, okunan vahy ile okunmayan vahyin ne olduğunu ortaya koymaktadır: Kur'ân, Cebrail (a.s) vasıtasıyla Arapça lafız ve hak manalar da Hz. Peygamber (asm)'e vahy edilen, O'nun Allah'ın Resûlü olduğuna delil ve insanların hidayeti ile doğru yolu bulmaları için bir düstur, okunması ile ibadet edilerek Allah'a yakınlık kazanılan, mushaflarda yazılı. Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile sona ermiş, tevatür yoluyla kitap olarak bize kadar intikal etmiş ve Allah'ın koruması ile en ufak bir değişikliğe uğratmaksızın nesilden nesile okunarak intikal edecek, beşerin bir benzerini meydana getirmekten aciz bulunduğu İlâhî kelamdır.
Vahyin Özellikleri
a)Peygamber (s.a.v)'e uyanıkken Cebrail vasıtasıyla veya uykuda ve diğer vahy yollarıyla inzâl edilmiştir.
b)Lafız ve manaları Allah tarafındandır,
c)Lafzı Arapçadır,
d)Gerek namazda, gerekse namaz dışında okunarak ibadet edilir,
e)Şekil ve manası Allah tarafından konmuştur,
f)Abdestsiz ve guslü gerektiren bir halde bulunan kimsenin Ona dokunması haramdır,
g)Boy abdest alması gereken kimse O'nu okuyamaz,
h)Her harfini (ibadet kasdıyla) okumanın on sevabı vardıra, ı) Belli kısımlarına âyet ve sûre adı verilir,
j)Mushafta yazılıdır,
k)Fâtiha suresi ile başlayıp, Nâs suresi ile sona ermiştir,
l)Zamanınıza kadar kitap halinde tevatür yoluyla gelmiştir,
m)Nesilden nesile intikalinden, her türlü değiştirilmeden Allah'ın koruması ile korunmuştur,
n)Beşer, bir benzerini meydana getirmede acizdir,
o)Lafzı olmaksızın yalnız manasıyla nakli (rivayeti) caiz değildir.
Kur'ân bu özellikleriyle, vahyi metulvü (okunan vahyi) meydana getirmektedir. Kurbet niyetiyle namaz ve namaz dışında okunmakla ibadet edilir. Diğer vahy mahsulü olan kudsî hadis ve hadislerle namazda okunarak ibadet edilmez. Ancak namaz dışında ilim ve teberrüken okunabilir.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyin inişi esnasında, bizim bildiğimiz alemden başka bir aleme geçiyor; adeta bizim alemimize kapanıyordu... Bu alemden ayrılıyor, bir başka buuda giriyordu. Bu meselede hususi donanıma sahip olmakla beraber vahyin ağırlığını çok ciddi hissediyor; o alemle irtibatın manevi baskısını yaşıyor; vahyi almadaki zorluğu duyuyordu.
Buhari ve Müslim Aişe (ra)'den rivayet ederler. O demiştir ki:
"Haris bin Hişâm Peygamber Efendimiz'e: "Sana vahiy nasıl
geliyor?" diye sordu. Peygamberimiz de buyurdu ki: "Bâzan çıngırak sesi gibi gelir, bana en ağır geleni de budur. Sonra vahiy benden kesilir, ben de bana söyleneni aynen alıp ezberlemiş olurum... Bâzan da melek bana bir insan suretine temessül etmiş olarak gelir ve bana söyler, ben de onun söylediğini aynen bellemiş olurum." (Buhârî, Bedü'l-vahy, 1; Müslim, Fedail, 86-87)
Aişe (ra) validemiz, Peygamber Efendimiz (asm)'in kendisine gelen vahiy hakkındaki bu sözlerini böylece naklettikten sonra demiştir ki:
"Ben, gerçekten Peygamberimize soğuğu şiddetli bir günde vahy geldiğine şahit olmuştum. Vahiy kesildiği zaman şakakları şapır şapır terliyordu..." (bk. Tirmizî, Menâkıb, 15)
Müslim'in Ubâde bin Sâmit'ten nakli de şöyledir:
"Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e vahiy geldiği zaman, bu kendisine çok ağır gelirdi, hattâ mübarek yüzünün rengi iyice solardı." (Müslim, Fedail, 88)
Yine Aişe (ra) validemizin bir rivayetinde de: "Peygamberimiz'e vahiy geldiği zaman, bu kendisine çok ağır gelirdi." denilmiştir. Nitekim âyet-i celîlede: "Ey Muhammed, doğru ve not;su biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız." buyurulmuştur.
Yine Zeyd bin Sabit şöyle demiştir:
"Ben, Resulullah Efendimizin huzurunda vahiy yazıyordum, vahiy geldiği zaman Resulullah'ı şiddetli bir sarsıntı kaplar ve şakakları inci daneleri gibi ter dökerdi. Sonra vahiy kesilir, Resulullah da açılırdı. Resulullah söyler, ben de yazardım. Nazil olan İlâhi vahiy benim üzerimde dahî öylesine bir ağırlık yapardı ki, nazil olan Kur'ân âyetleri sebebiyle ben ayağımın kırıldığını ve bir daha yürüyemeyecek hâle geldiğini sanırdım..." (Buhârî, Tefsir, 91, Cîhad, 31; Müslim, imare, 141-142; Ebu Davud, Cihad, 19; Tirmizî, Tefsir 5; Neseî, Cihad, 4)
Ahmed, Taberanî ve Ebû Nuaym ibn-i Amr'den şöyle rivayet ederler. O demiştir ki: "Ben: Ey Allah'ın Resulü, vahyin gelişini siz hisseder misiniz?" diye sordum. Resulullah'ın bana cevabı da şöyle oldu:
"Evet, vahiy bana gelir, ben de onu çıngırak sesi gibi işitirim ve şiddetle sarsılırım. Sonra sarsıntı geçer ve ben sâbitleşir karar kılarım. (Bana söyleneni de aynen alır zapt ederim). Bu şekilde (çıngırak sesi şeklinde) gelen vahiy bana o kadar ağır gelir ki, her defasında ben, "muhakkak bu sefer canım çıkacak" zannederim!"
Buhari, Müslim ve Ebû Nuaym, Yâlâ bin Ümeyye'den rivayet ediyorlar. O şöyle demiştir:
"Peygamber Efendimîz'e vahiy geldiği sırada iyice kendisine baktım. O'nun şiddetli bir hırıltı çıkardığını, gözlerinin ve şakaklarının iyice kızarmış olduğunu gördüm."
îbn Sa'd'ın Devs'li Ebû Erva'dan rivayeti de şöyledir:
"Peygamber Efendimiz'e vahiy geldiği zaman gördüm, kendisi devesi üzerinde idi. Vahyin ağırlığı sebebiyle devesi sağa sola yalpa yapıyor ve ön ayaklarını atamaz hâle geliyordu. Bazen dayanamayıp yere çöktüğü, bazen da ön ayaklarını dikerek ayakta durakladığı oluyordu. Peygamberimiz'in de şakakları şapır şapır ter döküyordu."
Yine bu noktaya temas eden Ahmed ve Beyhaki'nin Aişe'den rivayeti şöyledir:
"Resulullah Efendimiz'e vahiy geldiği zaman, üzerine bindikleri devesi vahyin ağırlığı sebebiyle yere çökerdi. Peygambe ve not;rimiz de şakaklarından şapır şapır ter dökerdi, isterse soğuk bir günde olsun."
Taberâni'nin Esma binti Amis'ten rivayeti ise şöyledir:
"Resulullah (s.a.v.)'in üzerine vahiy indiği zaman, neredeyse bayılacak gibi olurdu."
Ahmed, Taberâni, Beyhaki ve Ebû Nuaym Esma binti Yezid'den rivayet ederler. 0 demiştir ki:
"Mâide Sûresi Resulullah'a nazil olduğu zaman, kendileri devesi üzerinde bulunuyorlardı ve devenin yularından ben tutuyordum. Nazil olan sûrenin ağırlığından neredeyse deve ve not;nin Ön ayaklan kırılacak idi." (www.sorularlaislamiyet.com)
"Kur'ân Külliyesi" kitabının yazılmasında istifade edilen eserler ve tekniklerle ilgili bilgiyi aşağıda bulabilirsiniz.
30 ÖZELLİK
1.En Kolay Okunan Arapça Hat
Geleneksel Türk hat sanatının Bilgisayar ortamında en mükemmel hale getirilerek hazırlanmış, okunuşu en kolay Bilgisayar hattı...
2.Türkçe Transkript(Okuyuş)
Arapça Kelimenin altına Türkçe okuyuşlarının yazılması ile artık harfleri ve Tecvid Kaidelerini karıştırmayacaksınız.
3.Satır Arası Kelime Meali
Kur'an'ın mesajına uygun en iyi şekilde anlamanız için Her Arapça kelimenin altında o kelimeye karşılık gelen satır arası kelime meali...
4.Renklendirilmiş Tecvid Kaideleri
Tüm tecvid kaideleri değişik renklerde renklendirilerek Kuran-ı Kerim'i anlamına uygun en doğru biçimde okuyabilirsiniz. Medler, idğam, izhar, ihfa, İklab, Kalkale, Kalın okunan harfler gibi tüm tecvid kaideleri Arapça harflerde ve Türkçe okunuşlarda özel renklerle kodlanarak Kur'an-ı Kerim'in doğ ve not;ru okunmasında sizin en büyük yardımcınız olacak.
5.Elmaldı M. Hamdi Yazır Meali
Prof. Dr. Mustafa Özel'in; Elmalılı Hamdi Yazır'ın günümüz Türkçesiyle en mükemmel şekilde sadeleştirdiği meali...
Akıllı telefonlarınıza ücretsiz olarak indirebileceğiniz "Ses Kodlu Kur'ân" uygulaması sayesinde Kur'an'ın, farklı hafızlardan arapçasını ya da mealini dinleyebilirsiniz.
7.Tecvid Renk Tablosu
Bu Kur'an'a özel olarak renklendirilen tecvid kaidelerinin renk kodlarını gösterir.
8.Celalevn Tefsiri
Müfessiri Celalüddin el Mahalli ve Celaluddin es-Suyuti'dir. 3 cilttir. Sağlam yayınlarından çıkmıştır. Garib kelimelerin manaları gösterilmiş kıraat farklılıklarına dikkat çekilmiş
Sadece imam-ı Şafii'ye ait fıkhi fetvalara yer verilmiştir. Tefsirin kaynakları olarak kendinden önce yazılmış tefsirler ve hadis kitapları sayılabilir. Zemahşeri, Taberi, Razi, Beyzâvî, Ebu Hayyan tefsirleri ile Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Hâkim hadis mecmuaları bunların başında gelir. Celâleyn Tefsiri, muhtasar bir dirayet tefsiri özelliğini taşır. Özellikle müteşabih ayetler, müfessirlerce tevil edilmiştir. Hatta bu yorumlardan bir kısmı, selefi yoruma aykırı olmakla eleştiril ve not;miştir. Tefsirin en önemli özelliği, kelimelerin müteradifleriyle ve özellikle âyette kastedilen manayı ortaya koyacak şekilde, hemen hemen âyette kullanılan aynı kalıbda açıklanmasıdır. Tefsirde israiliyat, asılsız bazı haberler, günümüz bilimsel ve ve not;rilerine ve akla ters düşen bazı açıklamalar yer alabilmiştir.
9.İbn-i Kesir Tefsiri
ibn Kesîr, tefsirin en güzel yolu olan Kur'an’ı Kur'ân ile tefsir etme yolunu tercih etmiş, buna ayrı bir önem vermiştir. Bir ayet veya ayet topluluğunu verdikten sonra bunları zâhirî mana açısından basit ve anlaşılır ifadelerle kendisi izah eder. Bundan sonra öncelikle bu ayetleri tefsir eden diğer ayetleri zikredip bunlar arasındaki münasebete işaret eder. Daha sonra Hz. Peygamber (asm)'den, sahabe ve tabiunun ileri gelenlerinden nakillerde bulunur, bir ayetin tefsiri hakkındaki değişik görüşleri zikrederek bunları değerlendirir, aralarında tercihler yapar. Rivayetleri senetleri ile birlikte sahih olanları ile illetli veya zayıf olanlarını ayırdeder.
ibn Kesir bu tefsirinde ibn Cerîr et-Taberî (ö. 310/923). ibn Ebî Hâtim (ö. 327/938), ibn Atıyye (ö. 541/ 1147) gibi kendisinden önceki birçok müfessirin tefsirlerinden, hadis sahasında da Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inden çokça nakillerde bulunur. Ancak Taberi'nin tefsirinde rastlanan zayıf rivayetler ibn Kesir'de yer almaz.
İbn Kesîr'in tefsirinin rivayet tefsirleri içinde mümtaz bir mevkide olmasını sağlayan en önemli özelliklerinden biri de onun, birçok tefsirin aldıkları isrâiliyyat konusundaki hassa ve not;siyetidir. Israiliyyata sırf tenkidini yapmak ve bu haberlerin kaynaklarını belirtmek, sonra da Müslümanları bu tür riva-yetlerden koruyup sakındırmak için eserine dercetmiştir.
Türkçeye "Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri" adıyla yapılan tercümesi de İstanbul'da neşredilmiştir.
10. Teberi Tefsiri j
Orijinal ismi Câmi'ul Beyân fi Tefsir'il Kur'ân'dir. Müfessiri imam ibn Cerir et Taberi'dir. 6 cilttir. Hikmet neşriyattan çıkmıştır. Rivayet tefsiri olarak tanımlanabilir, istifade edilmesi gereken bir çalışmadir.
Bu eser ilk Kur'ân tefsiri olarak kabul edilmiş, daha sonra yazılan pek çok tefsire de kaynak olmuştur. Bir rivayet tefsiri olan eser, İbn Abbas, Said bin Cüneyt, Mücahid, Katade, Hasan Basri, İkrime ve Dehhak gibi sahabe ve tabiinden ge ve not;len rivayetlerle oluşturulmuştur.
11.Risale-i Nur Tefsiri
Risale-i Nur, yaygın bir şekilde, "çağdaş bir tefsir" olarak tarif edile gelmiştir. Doğrudan doğruya Kur'ân'a dayanması ve bilhassa imana dair bir kısım âyet-i kerimeleri geniş şekilde açıklaması sebebiyle, bu tarif bir hakikati aksettir ve not;mektedir.
Ancak, gerek tertip itibarıyla, gerekse açıklama tarzıyla Risale-i Nur, alışılagelen tefsirlerden ayrıldığı gibi, Külliya ve not;tın bazı parçaları (On Dokuzuncu Mektup, Yirmi Dokuzuncu Lem'a, On Dokuzuncu Söz, umumiyetle lâhikalar ve müdafaalar gibi) daha başka ilim dalları içinde mütalâa edilebilecek eserleri teşkil etmektedir. Meselâ; işârâtü'l-i'câz ile Sünuhat'ın aynı tasnif içine girecek eserler olmadığı, ilk bakışta kolayca anlaşılacaktır.
Risale-i Nurun en az tefsir kadar önem taşıyan bir diğer cephesi, kelâm ilmiyle ilgilidir. Belki de Külliyatın ekseriyetini kelâm ilmi içinde mütalâa etmek daha doğru olacaktır. Başta lâhikalar olmak üzere geri kalan bölümlerde ise, hizmet
metotları ile ilgili bahisler önemli bir ağırlık teşkil etmektedir.
Kelâm tarihi ve klâsik kelâm eserleri ile mukayese edildiğinde, Risale-i Nur'un bu sahada yepyeni bir tarz geliştirdiğini, hattâ bir çığır açmış olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Zaten Risale-i Nur Müellifi, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu hususu açıkça dile getirmektedir.
Risale-i Nur, her asırda milyonlarca insanın rehberi olan mukaddes kitabımız Kur'ân'ın hakikatlerini, sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak olarak, rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.
Risale-i Nur, Kur'ân âyetlerinin nurlu bir tefsiridir. Baştan başa İman ve tevhid hakikatlarıyla müberhendir. En avamdan en havassa kadar, her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış ve müsbet ilimlerle mücehhezdir.
Risale-i Nur, asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir. Aklı ve kalbi tatmin eder. Vesveseli şübhecileri ikna eder. Hattâ en inatçı filozofları dahi teslime mecbur eder. Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden güneşle ve not;re kadar iman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i ilâhiyeyi ve nübüvvetin hakikatini ispat eder.
Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, cennet ve cehennemin varlığından, ölümün mâhiyetinden; ebedî saadet ve şekavetin kaynağına kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en katî delillerle aklen, ilmen ve mantıken ispat eder... Pozitif ilimleri teşvik eder. Kesin delillerle aklı ve kalbi ikna eder ve merakları izale eder.
12.Siret-un Nebevi JıBİJi
Siyer, sözlükte "tavır, hareket, hayat tarzı, vaziyet, hal, ahlak" anlamlarına gelmektedir. Zaman içinde sadece Hz. Peygamberin hayatı anlamında kullanılarak, bu amaçla yazılan eserlere isim olmuştur. Müslümanlar arasında Hz. Muhammed (sav)'in hayatını bütün yönleriyle tespit etmek ihtiyacı, İslam'ın çok erken dönemlerinde ortaya çıkmıştır.
Türkçe ilk siyer, Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr tarafından 790/1388 yılında Mısır'da yazılmıştır. Sîretü'n-Nebî, Türk tarihi açısından bunalımlı bir dönem olan XIV. asırda kaleme alındı, Türk insanını manevi açıdan desteklemek gibi yüce bir gayeye hizmet etmiş ve Peygamber sevgisi etrafında birleş ve not;tirmeyi hedeflemiştir.
Sîretü'n-Nebî, yazıldığı dönemdeki Türkçe'nin durumunu göstermesi bakımından Türk dili ve edebiyatı ile edebiyat sosyolojisi; yazıldığı dönemin toplumsal duyarlılıklarını gös ve not;termesi bakımından da sosyal tarih çalışmaları açısından önemli bir kaynaktır.
Sîretü'n-Nebî, günümüz insanının istifadesine sunulmuş; iki ayrı yazar tarafından farklı nüshalar esas alınmak suretiyle sadeleştirilerek tekrar yayımlanmıştır. (M. Faruk Gürtunca, Kitab-ı Siyer-i Nebi, Peygamber Efendimizin Hayatı, l-lll, Ülkü Yayınevi, İstanbul 1963. Darîr, Erzurumlu Mustafa Darîr Efendi, Siyer-i Nebi, (Yayına Hazırla ve not;yan: Selman Yılmaz), l-ll, Darulhadis Yayınları, İstanbul 2004.).
13.Riyazus Salihin
imâm Nevevînin Riyâzü's-sâlihîn'i necip milletimizin din kültüründe öncelikli yeri olan hadis kitablarının başında gelir. Zira Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi'nden sonra, merhum Hasan Hüsnü Erdem ve Kıvâmüddin Burslan tara-fından dilimize tercüme edilerek Diyânet işleri Başkanlığınca yayımlanan ikinci hadis kitabı Riyâzü's-sâlihîn olmuştur. Uzun yıllar bu tercüme vâsıtasıyla kendisinden istifâde edilen eser, gördüğü rağbet sebebiyle son senelerde birkaç tercümeye ve Delîlü'l-fâlihîn adındaki şerhinden yapılan tercüme bilgilere dayanan kısa bir şerh çalışmasına kavuşmuş bulunmaktadır.
Zengin muhtevâsı ve mükemmel tertibi ile dikkat çeken bu değerli eser, diğer İslâm ülkelerinde daha ziyâde kelimelerinin açıklanması tarzındaki İlmî neşirlerle daima gün ve not;celliğini korumuştur. İslâm ülkelerinin pek çoğunda, çeşitli seviyedeki dinî öğretim kurumlarının ders programlarında okunmasının yanında bilhassa vaaz ve irşad faaliyetlerinin de vazgeçilmez el kitabı hüviyetiyle geniş bir kullanım alanı ve not;na sahip olmuştur.
14.Haddis-i Şerif
Seçilen konu ile ilgili sahih hadisleri anlatır.
15.Hadis-i Kudsi
Madva yayınları tarafından yayınlanan Kudsî Hadisler Mecmuası Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud Tirmizi, Nesai ve Muvatta'dan toplanan kudsî hadislerdir. "Daru'l-Kütübi'l- Ümiyye" tarafından bir heyete hazırlattırılıp 400 tane numaralı hadis içermektedir. İki cilt halinde neşredilmiştir.
Bilindiği üzere Kudsî Hadisler, İslam şeriatının ikinci kaynağıdır. Manası Allah Celle Şanuhu'dan olup lafzı Hazreti Peygamberimiz efendimize aittir. Bu itibarla da Kur'an-ı Kerîm'den sonra, Hadis-i Şeriflerden de bir önce gelen serî delillerdendir ki, diğer Hadisler (Hadis-i Nebevi) Kudsî Hadislerden sonra zikredilir.
Bazı hadislerin kudsî olarak adlandırılmasının sebebi ise, bu hadislerin anlamlarının yalnız Allah-ü Teala'ya nisbet edilmesi dolayısıyladır. et-Tarifât'ta yazıldığına göre'Hadis-i Kudsî: 'Yüce Allah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uy küda manasını bildirdiği hadistir. Resûlullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir. Kur'an-ı Kerim daha ulvî bir makama sahiptir, çünkü onun lafzı da vahy ile bildiril ve not;miştir, yani Allah-ü Teala katından indirilmiştir.
Bu, Yüce Kur'an'dan farklı bir özellik arz etmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in indirilmesi Ruhu'l-Emîn olan Cebrail vasıtasıyla olmuştur. Ayrıca lafzı da lehv-i mahfuz'daki lafzı ile kayıtlıdır. İnsanlara aktarılması kesinlikle tevatür ile (kalabalık topluluklar vasıtasıyla ve her türlü şüpheden korunarak) olmuştur. Bu tevatür her dönem ve her anda gerçekleşmiştir. Bahsedilen tüm Kudsi hadislerin kaynağı aşağıdaki hadis kitaplarıdır:
1.Muhaddislerin Önderi, Muhammedu'bnu İsmail el- Buharinin sahih'i,
2.Ebu'l-Huseyn Muslimu'bnu'l-Haccac el-Kuşeyrim en- Neysa-bûrînin Sahihi,
3.Ebu İsa et-Tirmizînin Camii,
4.İmam Ebu Davud es-Sicistânînin Sünen'i,
5.İmam Ebu Abdirrahman Ahmedu'bnu Şu'ayb en- Nesâînin sünen'i,
6.imam ibnu Mace el-Kazvîninin Sünen'i,
7.İmam Malik'in Muvatta'ı,
16.Tezkiyetun Nefs
Büyük Selçuklu Devleti devrinin İslam âlimi, filozofu, mutasavvıfı ve müderrisi. Fars asıllı olduğu sanılan Gazzâlînin bir eseridir. Nefsin tezkiyesi iki ayrı mânâya geliyor: Birincisi nefsini temize çıkarmak, ona toz kondurmamak, kusurlarını örtmek, hatta elinden gelirse bunları faziletmiş gibi göstermektir. Bir de: "Muhakkak, nefsini temizleyen kurtuluşa erdi." (Şems, 91/9) âyetinde teşvik edilen nefis tezkiyesi vardır. ve Acirc;limlerimiz bunu, nefsin kötülüklerden arıtılması, yâni iman etmekle şirkten, takva ile günahlardan temizlenmesi ve salih amellerle de bu temizliğinin artırılması şeklinde izah buyururlar.
17.Kur'ân Tedavileri
Hz. Muhammed(sav)'in sünneti ve Kur'ân ile çeşitli hastalıkların tedavileri için reçete mahiyetinde açıklamalardır.
Yaradılıştan bugüne, insanlık tarihinin en mükemmel ve en üstünleri olan, insanlığı sonsuz mutluluğa ve yaradılış gayesine çağıran, tarihin en şerefli sayfalarına isimlerini yazdırmış peygamberler tanıtılmakta ve hayat hikayeleri verilmektedir.
Ferdî ve sosyal hayatta Allah Teâlâ'nın iradesi istikametinde hayat sürmenin mukaddes mücadelesini veren peygamberlerden her biri, küfür ehlinin düşmanlığıyla karşılaşmışlardı. İnkârcılar, her peygamberin karşısına dikilmişler, içine dalmış oldukları sapık inançlar ve ahlâksızlık adına onlara düşman kesilmişlerdi. Ancak peygamberler, kendilerine yapılan her türlü kötülüklere rağmen, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu bu önemli görevi yerine getirmek için insan üstü gayret sarf etmişler, iman eden mü'minleriyle birlikte inançları uğrunda her türlü sıkıntıya katlanabilecekleri gerektiğinde canları dâhil her şeylerini feda edebileceklerini göstermişlerdi.
Esbâb-ı nüzûl. Tefsir ilminin âyet veya sûrelerin iniş sebeplerini araştıran ilim dalıdır.
"Nüzûl sebepleri" anlamına gelen bu tabir, Hz. Peygamberin (asm) risâlet döneminde vuku bulan ve Kuran'ın bir veya birkaç âyetinin yahut bir sûresinin inmesine yol açan olayı, durumu ya da soruyu ifade etmek üzere kullanılır.
Esbâb-ı nüzûl (esbâbü'n-nüzûl) sadece âyetlerle ilgili bir tabir olup Resûl-i Ekrem'in herhangi bir konuya dair açıklama yapmasına veya bir davranışta bulunmasına vesile olan özel sebeplere ise esbâbü vürûdi'l-hadîs denilmiştir.
Her şeyden önce esbâb-ı nüzûl tamamen rivayetle alâkalı bir disiplin olduğundan, hadis usulünde hadislerin sıhhati için aranan genel şartlar bu konuda da geçerlidir. Zira herhangi bir âyetin nüzûl sebebi, âyetin iniş hadisesine şahit olmuş ve buna sebep olan durumu tesbit etmiş bir veya bir kaç sahâbînin rivayetiyle bilinebilir.
Kur'ân-ı Kerîm'in bütün âyetleri muayyen ve müşahhas sebeplere bağlı olarak inmemiştir. ve Acirc;limler sadece 500 kadar âyetin bu şekilde iniş sebeplerinin bulunduğunu tesbit etmişlerdir, ibn Teymiyye, bunların dışında kalan ve önemli bir kısmı geçmiş peygamberlerin kıssaları ile âhirete dair ha-berlerden oluşan çok sayıdaki âyetin iniş sebeplerini herhangi bir dış olayda değil doğrudan doğruya bu âyetlerin kendi muhteva ve mânalarında aramak gerektiğini belirtir. (Mukaddime fi ukûli't-tefsîr, s. 10)
Buna göre âyetlerin büyük bir kısmı özel bir olaya, konuya, dolayısıyla belirli bir sebebe bağlı olarak inmeyip genellikle insanları muhtaç oldukları hususlarda bilgilendirmek, eğitmek, aydınlatmak, yönlendirmek veya uyarmak maksadıyla vahyedilmiştir. Böylece aslında Kuran'ın herhangi bir âyetinin sebepsiz ve hikmetsiz şekilde indiği düşünülemezse de esbâb-ı nüzûl tabiri özellikle belirli bir sebebe bağlı olarak inmiş bulunan âyetler için kullanılır.
Esbabı Nüzul (15 Cilt), Kuran Ayetlerinin iniş Sebepleri ve Tefsirleri, Hasan Tahsin Emiroğlu tarafından çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Bu kitaba sadece ayet-i celilenin sebeb-i nüzûlleri yazılmakla kalınmamış, aynı zamanda surelerin ve ayetlerin tercüme ve tefsirleri de derç edilmiştir.
Peygamberler ve Nebiler döneminde meydana gelen ya da yöre halkı içinde meydana gelen olayların anlatıldığı ders ve öğütlerdir.
Ana teması tıb ve sağlıkla ilgili hadislerden seçmelerdir.
22.Tıbb-ul Nebevi
"Tıbb-ı Nebevî", Kuran ayetleri ve Hz. Muhammed(sav)'in hadislerinden, yaşayışından ve yapılmasına izin verdiği hu ve not;suslardan kaynaklanan tıbba dair tavsiye ve uygulamalara verilen addır. Bu bilgiler Kütüb-i Sitte olarak bilinen en önemli 6 hadis kitabının "Kitâbü't-Tıp" başlıklı bölümlerinde yer almaktadır. Daha sonra bazı yazarlar sadece bu bölüm ve not;lerde yer alan bilgileri bir araya toplayarak müstakil kitaplar hazırlamışlar ve Arapça yazdıkları bu eserlere "et-Tıbbu'n- Nebevî" ismini vermişlerdir. Bu eserlerden bilinen en eskisi Ebu'l-Kasım en-Nişâburî'nin eseridir. Ayrıca Dinâverî, Zehebî, Suyûtî, Ebu Nu'aym el-İsfahantnin eserleri başta olmak üze ve not;re pek çok eser kaleme alınmış olmakla birlikte bunlardan en meşhuru İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye'nin 14. asırda yazdığı eseridir. M. Hamidullah, Brockelmann (GAL) ve Kâtip Çe ve not;lebi (Keşf'üz-Zünûn)'nin ondan fazla Arapça yazılmış Tıbb-ı Nebevî kitabının mevcudiyetini haber verdiklerini (E. ihsa- noğlu bu kitapları yirmiden fazla olarak üstelemiştir), ayrıca bunlardan başka Farsça, Urduca ve Türkçe Tıbb-ı Nebevî kitaplarının da mevcut olduğunu belirtmiştir (1/15; 2/16; 3/5;7; 11/94; 14/34; 15/11-808).
23.Esma'ül Hüsna
ESM ve Acirc;Ü'L-HÜSN ve Acirc;: Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, ve Acirc;llah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir. Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardaki
yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Allah'ın gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Bu isimlerin anlamları Prof.Dr. Alaaddin Başar'ın açıklamaları ile bu kitapta izah edilmiştir
24.Esma'ül Hüsna ile Dua J
Allah'ın güzel isimlerini açıklamanın yanı sıra, aynı zamanda Allah'ın güzel isimleri ile dua ve zikir örnekleri de verilir.
25.Peygamberler Tarihi j
Bu eser Prof. Dr. İsmail Yiğit, Kayıhan Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Bu titiz çalışmada, yaradılıştan bugüne, insanlık tarihinin en mükemmel ve en üstünleri olan, insanlığı sonsuz mutluluğa ve yaradılış gayesine çağıran, tarihin en şerefli sayfalarına isimlerini yazdırmış peygamberler tanıtılmakta ve hayat hikayeleri verilmektedir.
Ferdî ve sosyal hayatta Allah Teâlâ'nın iradesi istikametinde hayat sürmenin mukaddes mücadelesini veren peygamber ve not;lerden her biri, küfür ehlinin düşmanlığıyla karşılaşmışlardı. İnkârcılar, her peygamberin karşısına dikilmişler, içine dalmış oldukları sapık inançlar ve ahlâksızlık adına onlara düşman kesilmişlerdi. Ancak peygamberler, kendilerine yapılan her türlü kötülüklere rağmen, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu bu önemli görevi yerine getirmek için insanüstü gayret sarf etmişler, iman eden mü'minleriyle birlikte inançları uğrunda her türlü sıkıntıya katlanabilecekleri ve trade;, gerektiğinde canları dâhil her şeylerini feda edebileceklerini göstermişlerdi.
26.Şemail-i Muhammedi
Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, Prof. Dr. Ali Yardım tarafından yayınlanmıştır.
Hz. Muhammed (sav)'ın güzel vasıflarını tanımak, onu örnek almak her Müslüman için bir görevdir. Şemail kelimesi "şimaTden türemiştir. Bu kelime "karakter, huy, hal, hareket, davranış ve tavır" gibi anlamlar taşır. Şemail kelimesi ilk başlarda daha geniş anlamlar içerse de, zaman içinde özelleşmiş ve Peygamber Efendimiz (sav)'in nasıl bir yaşam sürdüğü ile ilgili detayları ve kişisel özelliklerini ifade eden bir terime dönüşmüştür.
Kur'an-ı Kerim içerisinde geçen belirli konuların hangi ayet ve surelerde olduğunu alfabetik sıralama içerisinde gösterir.
29.Renkli Tecvid Açıklaması ve raquo;
Bu Kur'an'a özel olarak renklendirilen tecvid kaideleri hak ve not;kında rehber.
30.Tecvid Öğreniyorum
Tüm Tecvid kaidelerinin anlatıldığı kaynak rehber.
sanlara doğru Islamiyeti ve Islamiyete yakışır doğruluğu ikna edici metotlarla anlatabilmek amacıyla 2002 yılında Sorular ve not;a İslamiyet' in temelleri atıldı. 2003 yılı ortalarına kadar test yayını ile yayın hayatına devam eden Sorularla İslamiyet aynı başladı.
2006 yılına kadar günlük yüzlerce sorunun cevaplandırıldığı bir araştırma merkezi halini alan Sorularla İslamiyet, bu süre zarfında milyonlarca insanla sanal ortamda buluştuktan sonra 2006 dan itibaren İngilizce ve Almanca, 2008 de Rusça ve Azerice ile yayın yapmaya başladı. Şuan farklı yabancı dillerde de yayın yapmaya hazırlanmadadır.
Yayın Sorumlusu - Dr. Ahmet Çolak
Editörler
Doç. Dr. Niyazi Beki Mustafa Demirbaş Hasan Fidan
Redaktör
Mustafa Bozgeyik
Kodlama/Tasarım
Yusuf Sıddık, Said Biçer,
Hikmet Yolcubal,
Ahmet Said Kardeşler
Yazar/Editörler
Ahmed Şahin
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
Mehmet Dikmen
Mehmet Paksu
Murat Sarıcık (Prof.Dr.)
Şadi Eren (Prof.Dr.)
Sayın Dalkıran (Prof. Dr.)
Danışma Heyeti
Halil Günenç
Hayrettin Karaman (Prof. Dr.) İrfan Küfrevioğlu (Prof. Dr.) Mehmet Kırkıncı
Şener Dilek (Prof.Dr.)
Vehbi Karakaş (Dr.)
Editörler
Ahmet Çolak (Dr.)
Burhan Sabaz (Dr.)
Hasan Fidan
Mustafa Demirbaş
Niyazi Beki (Doç.Dr.)
Yazarlar veya Kaynak Eserler Ali Çankırılı
Ayhan Songar (Prof. Dr.)
Ayten Yadigâr (Çeviren: Umut Yavuz)
A. Raif Öztürk
Abdülgafûr Mahmud Mustafa Ca'fer Abdülkadir Kandemir ve Acirc;dem Dölek (Doç. Dr.) Adem Tatlı (Prof.Dr.)
Ahmed Kalkan
Ahmet Akgündüz (Prof. Dr.) Ahmet Çolak (Dr.) Ahmet Özel (Doç. Dr.) Ali Erkan Kavaklı
Ali Ferşadoğlu Ali Karataş Ali Torun Ali Ünal Alparslan Özyazıcı (Prof. Dr.) ve Acirc;mine Es-Silmî (Çev: Muhammed Şeviker) Arif Arslan
Bünyamin Duran (Prof.Dr.) Celaleddin Atamanalp (Prof. Dr.) Cemal Aydın
Cemil Tokpınar Cenap Şirin (Dr.) Cüneyt Suavi Davut Aydüz (Prof. Dr.) Diyanet İşleri Başkanlığı Dr. Furkan Aydıner Dr. Veli Sırım Dr. Zübeyr Kerami Dr.Cüneyt Eren Edip Keha (Prof. Dr.) Esma Sayın Ekerim Faruk Özerengin (Prof. Dr.) Fatih Okumuş (Dr.) Fedâkâr Kızmaz Ferahiye Sakarya Ferhat Aslan Gerçeğe Doğru Halil Dülgar Halûk Nurbâki (Onk. Dr.) Hamdi Döndüren (Prof.Dr.) Hasan Fırıncıoğlu - Uzman Psikolojik Danışman Hedley Cant Hekimoğlu İsmail
Hilmi Orhan Hüseyin Bayram İbrahim Canan (Prof.Dr.) İhsan Atasoy
İhsan Şenocak (Dr.) İslam ve Acirc;nsiklopedisi İslam Fıkhı Ansiklopedisi İsmail Arıcıoğlu İsmail Arıcıoğlu (Dr.) İsmail Yediler
Kathy Chin Lütfullah Cebeci (Prof. Dr) M. Ali Nefer M. Ali Seyhan Mehmet ve Acirc;kyurek Mehmet Çekiç Mehmet Gündüz (Doç. Dr.) Mehmet Keskin
Mehmet Yıldız (Doç.Dr.) Mesud Işık Metin Karabaşoğlu Muhammed Bozdağ (Dr.) Muhammed Hamidullah (Prof. Dr.) Mühip Yeğin (Prof.Dr.)
Murat Kazancı
Mustafa Ağırman (Doç.Dr.) Mustafa Aydın
Mustafa Baktır (Prof.Dr.)
Mustafa Reyhanlı (Dr.) Mustafa Ulusoy Nevzat Tarhan (Prof.Dr.) Nezih Özokur Ömer Baldık
Ömer Said Gönüllü (Yrd. Doç. Dr.) Ömer Sevinçgül
Osman Çakmak (Prof.Dr.) Prof. Dr. Ali Akpınar Prof. Dr. Faruk Beşer Şaban Döğen Salih Suruç Salih Ünlü (Doç. Dr.) Sami Uslu
Sebahattin Çelebi, Mustafa Çimen Sefa Saygılı (Doç. Dr.) Selahaddin Sert (Prof. Dr.) Selahattin Salimoğlu ( Prof. Dr.) Selim Gündüzalp Senai Demirci ( Dr.) Sinan Bengisu Sinan Yılmaz Sorularla İslamiyet Suat Yıldırım (Prof. Dr.) Süleyman Kösmene Tarık Öztürk
Turan Tekin Ümit Şimşek Vehbî Vakkasoğlu Veli Karataş
Veysel Güllüce (Prof.Dr.) Yakup Yasir
Yalkın Bektöre (Op. Dr.) Yaşar Kandemir (Prof.Dr.) Yılmaz Muslu (Prof.Dr.) Yusuf Karaçay (Dr.)
Yusuf Özkan Ozburun
Yusuf Sancak (Yrd.Doç.) Zafer Arsay Zafer Dergisi Zafer Örsdemir
Zekeriya Altuner (Prof.Dr.)
1.SÖZ
BİSMİLLAH her hayrın başıdır. Şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır.
Bismillâh büyük, tükenmez bir kuvvet, çok, bitmez bir berekettir. Ve Besme-lenin azamet-i kadrine en katî bir hüccet şudur ki, imam-ı Şâfiî (r.a.) gibi çok F
büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur'ân'da yüz on dört defa nâzil olmuştur." İşte, Bismillâhirrahmânirrahîm, Fâtiha'nın fihristesi ve Kur'ânîn mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin taba- katında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı Rahîmiyeti ve şefkati görür.
Bu kelam, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz, başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor; ikinci bir daha lazım değildir.Evet öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur, hiçbir şeye bağlı değildir. Hatta bu nurun car ve mecruru (harf ve bağlantıları) bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak harfinden müstefad olan veya örfen malum olan veyahut mukadder olan istilzam ettiği fiillerinden birine mütealliktir.Car ve mecrura müteallik olarak mezkur olan fiiller, besmeleden sonra takdir edilir ki, hasrı ifade etmekle ihlas ve tevhidi tazammun etsin, isim, Cenab-ı Hakkın zati isimleri olduğu gibi, fiili isimleri de vardır. Bu fiili isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyi ve Mümit gibi pek çok nevileri vardır.
İsim kelimesi, lügatta bir görüşe göre yükseklik, diğer bir görüşe göre de alamet ve belirti manalarına gelir. Kurtubî, isim kelimesiyle ilgili olarak, (Yükseklik ifade eden anlam daha sağlamdır.) (Kurtubi. El Camili li Ahkamüî Kuran, c. 1. S. 100.) demektedir, ismin çoğulu esma'dır. Nitekim Cenabı Allah (cc) Kur'an-ı Keriminde (Esma-ül Hüsna) (en güzel isimler) diye tabir etmiştir. Bismillah'taki bâ yerine göre uygun ve hafz olunan bir fiile yöneliktir.Herhangi bir yazar, kalemi eline alırken (Bismillah) dedimi, onun kastı, (Allah'ın adının yardımı ile yazıyorum); sofraya oturan kişi, yemeğe başlamadan önce (Bismillah) dedimi, onun kastı, (Allah'ın isminin yardımı ile yiyorum) demektir. Bunun gibi herhangi bir işin başlangıcında (Besmele) okunduğu zaman o işe uygun bir fiili de ifade etmiş olur.
Resulallah (sav) da (Her hayırlı İşe besmele ile başlanmazsa o işten hayır gelmez.) buyurmaktadır. Kurtubî, besmele ile ilgili olarak şöyle demektedir: (Bismillah kelimesi çok kullanıldığı için (bi ismi) biçiminde okuma yerine (Bismillahi) şeklinde okunur Ancak (ikra bi ismi Rabbike) (Rabbinin ismi ile oku) ayeti az okunduğu I , İçin elif İle yazılmıştır.) (Kurtubi age. C 1 S 99 Fahreddin Razi. Mefâtihü'l Gayb, C. 1, S. 83.)
Allah, varlığı vacip olan mukaddes Zatîn has ismidir. Bu sebeple O'ndan başkasına verilemez.
2) ibni Kesir, (İsm-i azam olduğu söylenen Allah kelimesi, Rabbin alemi, yani nişanıdır. Bütün sıfatlar vasıflanan Allah İsmi ile ilgili olarak Kuranda (0, öyle, bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (0), mülk ve melekutun yegane sahibidir. Noksanı mucip her şeyden pak ve münezzehtir. Selam ve selametin ta kendisidir.
eman verendir...) (Haşr: 23) buyrulmaktadır. Burada geçen bütün isimler lafza-celalin sıfatları gibidir. Allah ismi, kendisinden gayrısına konulmamıştır.) der.Kurtubi de. (Allah ismi bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Zat-I kibriyanın en büyük ismidir. Hem Uluhiyete, hem de Rububiyete ait sıfatlan toplayan, varlığında tek olduğunu ifade eden en büyük isim Allah(cc)'tır. Mabud yoktur, sadece noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (cc) vardır.) (Kurtubi, Tefsir c i s 102) demektedir.
Allah kelimesi herhangi bir kökten türemeyip Cenabı Hakkın has ismidir. Ebu Hayyanîn dediği gibi alimlerin çoğu bu görüştedır. Bazı alimler de Allah kelimesinin bir kökten türemiş isim olduğu görüşündedirler. (Ebu Hayyan, Bahri Muhit. C. 1.S. 14) ibni Cevzîye göre, (Alimler, Allah ismi olan lafızda ihtilaf etmiştir.
Bazısı müştak, bazısı da müştak olmayan bir isimdir derler. Nahiv alimle ve not;rinden olan Halil'den bu konuda iki görüş nakledilmektedir. Bunlardan birinde müştak, diğerinde müştak olmadığı söylenir. Allah lafzının ibadet manasına olan (ilahen kökünden türetildiği ifade edilir. Bazı cimlere göre de hayret anlamı ve not;nı taşıyan (velehe) kökünden türetilmiştir. Çünkü kulların kalbi Allah(cc)'a meyleder ve O'nunla hayrete düşer.) (ibni Cevzi. Zadül-Mesir, C. 1, S. 8.)
Sahih olan şudur: Allah lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. Allah (cc)ın mukaddes Zat'ına has bir isimdir. Hiçbir varlık bu isimle adlandırılmamıştır. Bundan dolayı Allah lafzının çoğulu yoktur. (ibn-i Hayyan. Age. C. 1, S. 14. Kurtubi. Age. C. 1, S. 104.)
Rahim ve Rahman isimleri yüce Allah(cc)'ın adlarından olup (Rahmet) kökünden türemişlerdir. Bazı alimlere göre de bu iki isim, Cenabı Hakk'ın has adlarındandır ve herhangi bir kökten türememişlerdir. (Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/13-14)
Besmele, Bismillâhirrahmanırrâhîm'dir. (Ben Allah'ın ismini zikr ile her şeyden büyük ve yüce olan Cenabı Hakk'ın bütün işlerimde yardımını bekleyerek başlarım. Zira Cenabı Allah (cc) her şeye kadirdir.) anlamındadır.
Ibn-i Cerir-i Taberî şöyle der. (Zikri yüce, isimleri mukaddes olan Allah (cc). muhakkak elçisi Muhammed (sav)e en güzel simlerinin her işin ve sözün başlangıcında okunmasını öğretmiştir. Bu öğretiş Cenabı Allah' ın bütün kulları için itibar edecek ve not;leri bir yol olmuştur. Besmele, bütün konuşmaların, mektupların, kitapların kısaca bütün işlerin başlangıcında söylenir. Hatta insan başlangıçta Bismillah dedi mi, neye başladığını da ifade etmiş olur. Besmele çektiği zaman, eğer bu çekiş bir sureye taşlamadan olmuşsa kıraati, ayağa kalkmak için ise kıyamı, özetle ne iş yapacak, ne söyleyecek ise Besmelenin başlangıcında muradı meydana çıkar, (ibni Cerir i Taberl, Camlül-Beyan fi Tefslrül-Kuran Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/14.)
Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. . e bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle -eyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine Koşturan, bilbedâhe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, --"mettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.
Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir. Bismillâhirrahmânirrahîm de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul. Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle, şefaatiyle ve şuââtıyla o Sultana mu ve halil ve dost ol.
Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat simasındaki sikke-i uzmâyı rahmetten daha aşağı değil. ve Acirc;deta bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hâzineyi bulmasının çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rah ve not;metin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l- ve Acirc;lemîn ünvanıyla Kur'ân'da tesmiye edilen Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li'l- ve Acirc;lemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.
Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattı