Türkçe (Orijinal Dili:Arapça)
• 3000 s.
• Şamua
• Ciltli
TAKDİM
KADI BEYDAVÎ
(585 - 685 h/ 1189-1286 m) ve TEFSİRİ
İmam Ebu’l - Hayr Kadı Nasırüddin Ebu Said Abdullah bin Ömer bin Muhammed eş - Şirazî el- Beydavî (585 - 685 h / 1189 - 1286 m)
Kadı Beydavî, Fars Atabeği Ebu Bekir bin Sad zamanında Şiraz’a 7 fersahlık mesafede Beyda şehrinde doğdu. Babasının başşehir kadıl- kudatlığma tayininden sonra ailesiyle birlikte Şiraz’a gitti. Hayatının çoğunu burada geçirdi. Fars Emirinin Moğollarla iyi geçiminin bir so-nucu olarak Moğol istilasından kurtulmuş bulunan ve bu sebeple isti-ladan kaçan komşu ülkelerinin alimlerine sığınak teşkil eden Şiraz’da geniş bir İlmî çevre buldu. Babasından icazet aldıktan sonra herhangi bir ilmî seyahate gerek kalmadan kendi memleketindeki Ehl-i sün-net alimlerinden aklî ve naklî ilimler tahsil etti. Bizzat kendisi; Hazre- ti Peygamber’e varan bir ulema zinciri sayarak bağlı bulunduğu ilmî silsileyi zikreder. Bazı kaynaklar onun Bağdat’ta öğrenim gördüğünü kaydeder. Hocaları arasında Nasırüddin Tusî (1220 - 1273) ve Şeha- beddin Sühreverdî’nin (ölümü 632 / 1234) bulunduğu nakledilirse de uzak bir ihtimaldir.
Babasının vefatından sonra Fars Emiri Abaka tarafından Fahreddin eş ve mdash; Şirazî den boşalan Şiraz Kadılkudatlığına tayin edilen Beydavî (637 / 1274) bir müddet bu görevde kaldı. Bir taraftan da talebe yetiş-tirdi.
Kadılık görevinde fazla titiz davrandığından bu makamdan azledil-mesi üzerine 680 / 1281 yıllarında Fars’ın yeni başşehri olan Tebriz’e gitti. Orada büyüklerden birinin meclisine uğradı. Geri saflarda otur-du. Kendisini hiç kimse tanımıyordu. Müderris ortaya bir nükte attı. Hiç kimsenin buna cevap veremeyeceğini zannediyordu ve cemaat-ten bunu halletmelerini ve cevap vermelerini istedi. Eğer cevap vere-mezlerse sadece tahlil etmelerini istedi. Eğer bunu da yapamazlarsa nükteyi tekrar etmelerini istedi. O zaman Kadı Beydavi cevaba baş-ladı. Müderris: Senin meseleyi anlayıp anlamadığını bilmedikçe seni dinlemem, dedi. Kadı Beydavi de meseleyi lafzı veya manasıyla tekrar etme arasında onu serbest bıraktı. Müderris şaşırdı ve: Lafzen tekrar et, dedi. O da tekrar etti, sonra da halletti. Soruda bir eksiklik olduğu-nu açıkladı, sonra da ona cevap verdi ve derhal benzer bir soru sor-du. Müderrisi ona cevap vermeye davet etti. O da özür diledi. Vezir de mecliste hazır idi. Onu yerinden kaldırdı ve yanma oturttu. Ona kim olduğunu sordu. O da Kadı Beydavi olduğunu ve Şiraz kadılığını tek-rar istediğini söyledi. Vezir de ona çok ikram etti ve aynı gün onu eski görevine iade etti (Katip Çelebi, Keşfu’z - Zunun, 1/187).
Daha sonra kadılıktan ayrılarak Tebriz’e yerleşti ve ömrünün geri kalan kısmını ilim, ibadet ve riyazatla (nefis terbiyesi ile) geçir-di. Bunda Tebriz’de karşılaştığı ve sohbetlerinden istifade ettiği Şeyh Muhammed bin Muhammed el - Kütahtaî’den kadılığı için vezir nez- dinde girişimde bulunmasını rica etmesi ve onun da: Bu zat, alim ve fazıl biridir. Sizden cehennemde bir seccadelik yer istiyor, demesi et-kili olmuştur. Şeyh bu sözüyle: Kadılar üçtür; ikisi cehennemde, biri-si cennettedir (bkz. El - Hassaf, Edebu’l - Kadî, s. 8, doktora tezimiz) hadisine işaret etmektedir. Beydavi bu sözden etkilendi ve artık mevki ve makam peşinde koşmayı bıraktı. Ölünceye kadar şeyhin meclisi-ne devam etti ve şeyhinin işaretiyle eser vermeye başladı. Ölünce de onun kabrinin yanma defnedildi.
Kadı Beydavi, hemen hemen bütün İslam ilimleri dallarında ve di-ğer alanlarda ölümsüz eserler bıraktı. Hiç şüphesiz bunların içinde en önemlisi ve meşhuru Envarü’t - Tenzil ve Esrarü’t -Te’vil adındaki eli-mizde bulunan ve tercümesini yapmaya çalıştığımız eseridir. Bunun üzerinde ayrıca duracağız. Diğer eserleri ise şunlardır:
1- Havassu’l - Kur’an. Surelerin faziletlerine dair bir eserdir. Sü- leymaniye kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.
2-Tavaliu’l - envar min matalii’l - enzar. Kelam ilmine (metafiziğe) dairdir. Bu eser 1339 / 1920’de Kahire’de basılmıştır. Katip Çelebi’nin ifadesine göre bunu Melik Nasır Muhammed bin Kalavun için yaz-mıştır. Ulema tarafından ondan fazla şerhi yazılmıştır.
3- Mısbahu’l - ervah. Bir girişle üç bölümden meydana gelen bu eser de kelam ilmine dairdir. Bunda mantık ilminin bir özetini yapar. Öğrencilere dönük kısa bir ders kitabıdır. Süleymaniye kütüphanesin-de bir nüshası vardır. İberî lakabıyla meşhur Kadı Ubeydullah bin Mu- hammed el - Ferganî bunu şerh etmiştir.
4- Müntehe’l - müna fi şerhi esmaillahi’l - hüsna. Tefsirinde (cilt 2, s. 484) bundan bahseder ve Esmaullah’m geniş açıklamasını iste-yenlerin buna başvurmalarım salık verir. Matbu olan bu eserin Süley-maniye kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.
5- Minhacü’l - vusul ila ilmi'l - usul. Usul-i fikha dairdir. Kahirede basılmıştır (1326 / 1908).
6- El - Ğayetü’l - kusva fi dirayeti’l - fetva. İmam Gazali’nin Şa-fii fıkhına dair el - Besit adlı eserinin özetidir. Katip Çelebi’nin ifade-sine göre muhtasar bir kitap olup ulema tarafından şerh edilmiştir. Ezcümle Şeyh Abdullah bin Muhammed Ferganî el - Ubeydî, Gıya- seddin Muhammed bin Muhammed, el - Vasıtî (718 / 1318) ve Şeyh Cemaleddin Muhammed bin Muhammed el - Aksarayî eş - Şafiî (771 / 1369) tarafından şerh edilmiştir. Ali Muhyiddin el - Kadağî’nin tah-kiki ile neşredilmiştir (Kâhire, 1402 / 1981).
7- Tuhfetü’l - ebrar şerhü mesabihi’s - sünne adıyla da bilinen bu eser, Beğavî’nin Mebabihü’s - sünne adlı kitabının şerhi olup Süley-maniye kütüphanesinde çok nüshaları vardır. Katip Çelebi, Beydavî’yi de Meşarık şarihleri arasında sayar (Keşf, 2/1689).
8- Lübabü’l - elbab fi ilmi’l i’rab. İbn Hacib’in (vefatı: 1249) na-hiv konusunda yazdığı el - Kâfiye’nin muhtasarıdır. İbn Hacib’in zik-retmediği nahiv kaidelerine temas ederek el - Kâfiye’nin eksiklerini tamamlar. Bu Beydavî tefsiri gibi gayet vecizdir. Bu eser Birgivi (981 / 1573), Bayezid bin Abdülğaffar el - Konevî, Muhammed bin Ali el - Künbatî (941 / 1534) tarafından şerhedilmiştir (Keşf, 2/ 1546). Eser Birgivî’nin şerhiyle birlikte basılmıştır.
9- Nizamü’t - tevarih. Hz. ve Acirc;dem’den müfessirin vefatına kadar ge-çen önemli olaylar, özellikle peygamberler tarihi ve ayrıca Emevîler, Abbasîler, Saferîler, Gazneliler, Deylemîler, Selçuklular, Selgarlılar (bunlar Fars Atebegleridir (1148- 1287) 11 Kralları vardır, hepsinin de lakabı Muzafferüddin’dir (el - Müncid fi’l a’lâm, 361), Harezmliler ve Moğollar hakkında değerli bilgiler ihtiva eden Farsça bu eser Seyyid Mansur tarafından neşredilmiştir (Haydarabad, 1930). Bir nüshası Süleymaniye kütüphanesinde bulunmaktadır. Türkçe’ye çevrilmiştir,
bunun da bir nüshası adı geçen kütüphanede mevcuttur.
10- Risale fi tarihi’l - ulum ve mevzuatiha. Din ve din dışı tariflerin yapıldığı ve konuların belirlendiği risale orta boy üç buçuk varaktır (Süleymaniye kütüphanesi, Esad Efendi nr. 3684 / 18).
11- Envarü’t - tenzil ve esrarü’t te’vil. Kısaca Beydavi tefsiri yani tercümesini yapmaya çalıştığımız bu ünlü eser. Gerçekten bu eser ünlü ve çok meşhurdur. O kadar meşhurdur ki üzerinde 250’den fazla şerh, haşiye ve talikat yapılmış; asırlarca okunmuş ve hâlâ da okun-maktadır. Bunca tefsir arasından Beydavî'nin bu eserine gösterilen bu ilgi ve alakanın sebebi nedir? Şimdi bunu görmeye çalışalım. Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi adlı eserinde (cilt 2, s. 350) şöyle der:
Gerçek şudur ki bu tefsir, yazılış itibarı ile külfetten beri, akıcı bir üsluba haiz, müfessirlerin bildirdikleri birçok vecihleri pek muciz (kısa) bir tarzda içine almaktadır. Bir kısım mutasavvifane, hakimane beyanatı muhtevidir. Defalarca gözden geçirilmiş, fazlalıklar atılmış-tır. O nedenle ilim kürsülerinde tedris edilmiştir (daha da öteye gidi-lerek Padişah meclislerinde seçme alimler tarafından takrir edilmiş, aynı kalitede dinleyici ulema tarafından heyecanla izlenmiştir. Buna da Osmanlı tarihinde Huzur dersleri denilmiştir. Abdülvehhab Öz- türk).
Beydavi merhum, bu kıymetli eserinin mukaddimesinde diyor ki: İlimlerin kadr ü kıymetçe en büyüğü, şeref ve adaletçe en yükseği tef-sir ilmidir. Bu, dinî ilimlerin başı ve reisidir. Şer’-i şerif kaidelerinin bi-nası ve anasıdır. Tefsir yazmaya tefsir hakkında söz söylemeye o kimse layıktır ki, dinî ilimlerin hepsinde, usul ve furuunda akranından üs-tün ola. Arabî sanatların, edebî fenlerin bütün nevilerinde yüksek bir mevki sahibi ola.
Çoktan beri düşünüyordum ki bir kitap yazayım da ashab-ı kiramın büyüklerinden, tabiîn alimlerinden, daha sonraki selef-i salihînden bana ulaşan görüşlerin hülasasını ihtiva etmiş olsun; gerek benim çı-kardığım ve gerek benden önceki son devir alimlerinin ve örnek araş-tırmacı ilim adamlarının buldukları birtakım mühim, ince nükte ve latifeleri içine alsın. Meşhur sekiz imamdan rivayet edilen kıraati ve muteber kurralardan rivayet edilen şaz okumaları da açıklasın.
Şu kadar var ki iktidarımın noksanı buna girişmemi engelliyor, bu makamda durmaktan beni men ediyordu. Ta ki istihare ettikten sonra mazhar olduğum doğuşlar sayesinde tereddütten kurtuldum ve ta-mam edince de Envarü’t - tenzil ve Esrarü’t - te’vil (tenzilin nurları ve
tevilin sırları) adını verdim (Bu ön söz hemen birinci cildin girişinde- dir. A. Öztürk).
Celalüddin Suyutî, bu tefsir üzerinde Nevahidü’l - Ebkâr ve şevahidü’l - efkâr adıyla yazmış olduğu haşiyesinde diyor ki:
Keşşaf tefsiri hakkındaki muhtasarların başı Kadı Nasırüddin Beydavî’nin Envarü’t - Tenzil adlı kitabıdır. Kadı, Keşşafı özetlemiş, pek de güzel muvaffak olmuştur. Kadı, Keşşafın itizal hafaganını (çır-pıntılarını) keşfetmiş, bunların izalesini tekeline almış, desise ve cidal mevzularını atmış, mühim şeyler yazmış, ilaveler yapmıştır. Artık bu kitabı ayarı halis altın gibi meydana çıkmış, gündüz ortasındaki güneş gibi şöhret bulmuş, mütalaasında ilim sahipleri devam buyurmuştur.
Katip Çelebi merhum da şöyle demiştir: Bu tefsir şanı azîm, be-yandan müstağnidir (tarife ihtiyacı yoktur). Kadı bu kitabında i’raba, maanî ile beyana (Arap edebiyatına) dair şeyleri Keşşaf’tan; hikmete, kelama dair şeyleri Fahreddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’inden; iştikaka (kelime türemesine) dair gerçekleri, latif işaretleri Tefsir-i Rağıb’tan özetlemiştir. Bununla beraber Kadı, kitabına kendi parlak fikrinin mahsulü olan birçok makul vecihler (mülahazalar), makbul tasarruf-lar da ilave eylemiştir. Bu cihetle sırlar çehresinden şüphe endişelerini gidermiş, ilim sahasında vüs’at ve basireti artırmıştır.
Kadînin vucuh-ı tefsire dair ikinci, üçüncü veya dördüncü de-recede olarak kıyle (denildi) lafzıyla îrad ettiği şeyler za’f-ı mecruh (bundan daha üstünü var) veya za’f-ı merdut (zayıftır, reddedilmiş) demektir. (Konuya Ebudderda radıyallahu anh: "Bir adam Kur’an için birçok ihtimaller görmedikçe onu tam anlamış sayılmaz" demekle te-mas etmiştir (Sühreverdi, Avarifül - Maarif. S. 35. bizim tercümemiz).
Kadı Beydavî tefsirinde surelerin faziletine dair bazı zayıf veya mevzu hadisler zikretmiştir. Fakat bu, onların mahiyetine vakıf olma-dığından değildir, belki terğib ve terhib yoluna gitmesindendir. Ule-ma bunları fark etmişse de Kadı’yı fazla suçlamamış, iyi niyetine ve tefsirdeki bu eşsiz çalışmasına yormuşlardır.
Beydavî nin bu tefsirini ne kadar övsek azdır. Bizim bu dev esere hizmetimiz tercüme çapındadır. Bununla beraber günümüzde Arap gramer ve edebiyatına ve tefsir için gerekli ilim dallarına aşina olan-ların azlığını ve Beydavî tefsirinin şöhretine binaen okumaya çalışan-ların şevklerini kırmamak için elimizden geleni esirgemediğimizden okuyucularımız emin olabilirler. Bunu temin etmek için şerhlerine, özellikle Şeyhzade, Konevi ve İbn Temcîd'e satır satır bakarak doğru anlamaya çalıştık. Zamirler veya muğlak ifadelerle geçiştirdiği yer-leri (parantez içerisinde) gösterdik. Kıraat farklarını doğru okutmak için var gücümüzü sarf ettik. Şahit getirdiği örnek beyitleri tercüme ettiğimiz gibi, bazen ilgili yerleri de Latin harfleriyle gösterdik. Az bir Arapça bilgisi olanın bunların altından kalkması için gayret sarf ettik. Hiçbir kelimeyi atlamamaya, tam tercüme yapmaya özen gösterdik.
Çalışmamız her ne kadar şerh değil tercüme çapında ise de oku-yucularımıza yardımcı olacağından eminiz. Çünkü zamirlerin yeri gösterilmiş, işaret ettiği şeyler şerh ve haşiyelerin yardımı ile netleşti- rilmiştir. Tam bir tercüme için elden gelen gayret gösterilmiştir.
Bütün bunlara rağmen Beydavî tefsirini gereği gibi tercüme etti-ğimizi iddia edemeyiz. Bunda da samimiyiz. Sadece elimizden gelen gayreti sarf ettiğimizi söyler, bu naçiz çalışmamızı okuyuculara sev-dirmesini Yüce Mevladan niyaz ederiz.
Bu tanıtım yazısı başta Katip Çelebi’nin Keşfu’z - Zunun’u, mer-hum Ömer Nasuhi Bilmen’in, Büyük Tefsir Tarihi ile Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedi-si, Şemseddin Sami’nin Kamusu’l - A’lam’ı, Ömer Rıza Kahhale’nin Mucemu’l - Müellifin’i ve diğer eserlerin taranması ile yazılmıştır.
Abdülvehhab Öztürk 25 Mart 2011 GAZİANTEP
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana Kur’an’ı indirdik(Nahl: 44)
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Kitabın Girişi
Hamd O Allah’a mahsustur ki Furkan’ı (Kur’an’ı) âlemleri uyarma-sı için kuluna indirdi. Öz Arapların hatiplerine en kısa suresinin bir benzerini getirmeleri için meydan okudu da buna gücü yeten birini bulamadı. Adnan’ların en güzel konuşanlarından ve Kahtan’ların en iyi hatiplerinden buna kalkışmak isteyenleri susturdu, öyle ki bunun karşısında kendilerini büyülenmiş gibi sandılar.
Sonra insanlara, ihtiyaçlarına göre indirilenleri açıkladı ki ayet-lerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri de bundan gereği gibi öğüt alsınlar. Bu nedenle onlara Kitab’ın anası sayılan muhkem ayetlerdeki perdeyi ve öteki müteşabih olanlardaki rumuzları tevil ve tefsir ede-rek açtı. Derin gerçekleri ve ince nükteleri de ortaya koydu ki mülk ve melekutun sırları ve kuds ve ceberutun saklıları onlara görünsün de üzerinde iyice düşünsünler. Ayetlerin nasslarından ve parıltılarından çıkan hüküm ve konuları önlerine serdi ki üzerlerindeki kirleri onlar-dan gidersin ve onları tertemiz etsin.